2. BÖLÜM : "KAÇIŞ"

59.4K 2K 1.2K
                                    




Facebook grubumuza mutlaka geliiin! (Buket Özdal Romanları)

• • •

Annem.

Acı damarlarımın arasından çizdiği ateşten yolda, kalbime kadar ilerlerken, sırtlandığım ağır yüklerin altında ezilen ruhum, dizlerinin üzerine çöküp saatlerce ağlamamak, kaybolmamak ya da ölmemek için çok direndi. Eve nasıl geldiğimi hatırlamıyordum, birisi mi beni getirmişti, yoksa son bir güç bulup kendim mi gelmiştim emin değildim. Ama eve girişimi hatırlıyordum. Sanki az önce yaşanmış gibi, acısı hala içimde bir yerlerde ölü toprağın altına yeni gömülmüş ceset gibi sıcaktı. Titriyordum. Elimdeki bardağın içindeki su, onu kavrayan ellerime dökülüyor, sıçrıyordu. Beni ayık tutan tek şeyde sürekli tenime çarpan soğuk suyun yakıcılığıydı. Annem. Ölmüştü. Tıpkı babam gibi.

Birisi sırtımı sürekli sıvazlıyordu, kim olduğunu bilmiyordum. Sanki bakıyor ama zihnimin içinde gördüğüm parçaları bir araya getirip isimleri anımsayacak gücü bulamıyordum. Tek bildiğim, kız arkadaşlarımdan birinin dizlerime iki avucunu yaslamış, önümde oturduğunu ve bana sürekli ona odaklanmamı, sakinleşmemi söylediğiydi. Onun da kim olduğunu bilmiyordum. Ve sakinleşemezdim. Eğer sakinleşirsem, tüm bunlar gerçekten olmuş olacaktı ve ben bunu kabullenmek zorunda kalacaktım. Yapamazdım. Babamın ölümünü kabullenmek bile bu kadar zamanımı aldıktan sonra... Annemin gittiğini kabul edemezdim.

Annem gitmezdi.

Söz vermişti. Tam o anda, evdeki hizmetliler bir köşede ağlarken, duyularım hassaslaştı. Sanki bütün sesleri duymaya, her şeyi anlamaya ve algılamaya başlamışım gibi, kafamın içi bir sürü anıyla ve sesle doldu. Annemin sesini bile duyuyordum, eve girer girmez yatak odasına çıktığımda, yerde uzanan bedeninin başına gittiğimde, başımı son bir umutla, beklentiyle göğsüne yasladığımda ve kalbinden gelmesini beklediğimde duymayı umduğum kalbinin atış sesini bile duyuyordum şimdi. Sırtımdaki el ağırlaşıyordu. Gözlerimi yumdum, sırtımdaki elin sahibi her kimse hastaneye götürülmem gerektiğini söylüyordu. Bir erkekti. Zihnimde bir erkek canlandırmaya çalıştım, kimdi? Gözlerimin önüne annem geliyordu. Ellerimin arasında acı bile çekemeyecek kadar cansız bir şekilde yatan bedeni. Kapalı gözlerim hızla açılırken elimdeki bardak bacaklarımın arasından yere düştü. Ortamda kısa bir sessizlik oluşurken sırtımdaki el, omuzlarıma kayarak beni iki yanımdan kavradı.

''Yakut?'' Sesi endişeli ve vurguluydu. Tuttuğu omuzlarımın ve bedenimin kalan her yerinin yandığını hissediyordum, sanki birisi evi yakıyordu ama hepimiz buna göz yumuyorduk. Boğazımda biriken kelimelerin ve ellerimdeki güçsüzlüğün temelini hatırlamaya çalışıyordum. Burada neden oturuyordum, etrafımdaki bunca insan kimdi ve neden buradalardı.... Birkaç saniye içinde annemi hatırladım. Yine o hali gözlerimin önüne geçerken ellerimi kaldırıp koltuğun iki yanına koydum. ''Yakut, kalk, hastaneye gidiyoruz. İyi değilsin sen, Yakut! Beni duyuyor musun? Yakut!''

Sesler yükseliyordu, sanki birisi boğazına hoparlör geçirmiş gibiydi. Hassaslaşan her şey büyüyor, boğazıma takılıyor ve nefesimi kesiyordu. Annemi görüyordum. Kulağımdan o korkmuş ve çaresiz sesi gitmiyordu. Kendimi iterek zorlukla kalktım. Beni omuzlarımdan tutup oturtmaya çalıştılar. Hala adımı söylüyorlardı, birileri ambulansı arıyordu. Evin içindeki matem sessizliği damarlarıma kırbaç gibi vuruyordu.

Omuzlarımı kaldırdım, ellerimi beni tutan ellerine götürüp onları ittim ama kurtulamadım. Sanki bir anda on kişi olmuşlardı. Zihnimin ağırlaştığını ve görüşümün dalgalandığını hissediyordu. Annemi görüyordum. Onu sevdiğim için bana teşekkür eden üzgün sesi ensemde kadife bir nefes gibi üflenen ölümün soğukluğuyla çok tezat hissettiriyordu. Bağırdım ama ne söylediğimi bilmiyordum. Defalarca bağırdım, ortadaki sehpayı iterek yana doğru yıkılmasına neden oldum. Bir şeyleri daha ittim, birilerini daha. Kendimi ittim, zorlukla. Salondan çıktım, insanların peşimde olmasını umursamadan evden çıktım. Ev ile sokak arasındaki bahçeyi durağanlaşan yer yüzünden dizlerimin üzerine düşecekmiş gibi geçmeye çalıştım, sanki her adımımda bastığım yerde bir çamurluk oluştu da ben içine düştüm, göçtüm. Kendimi bahçeden atamadan biri kolumu kavradı, beni kendisine çevirdiğinde bunun sevgilim olduğunu yeni anladım, Umut. Umut Eker. Annemin yakın arkadaşı olan ünlü cerrah Şeyda Eker'in oğlu. Sanki kaderlerimiz birbiri içine geçmiş halkalar gibiydi... Umut beni tutup kendisine doğru çekerken yer ayaklarımın altından kaysa da, tıpkı hayatımda olduğu gibi kayan yerden güç aldım. Onu göğsünden itmeye çalıştım, uzak durmasını sağlayarak kaçmak için kendime yer sağlamaya çalıştım ama güçsüzlüğümün temelini şimdi görebiliyordum. Kaçmak istemiyordum. Ama yüzleşecek kadar da güçlü değildim. Onu ittim, tekrar ve tekrar. Ama gitmedi. Beni kendisine çekip kollarının arasına hapsederken dudakları başımın üzerindeydi.

SİYAH GÜLHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin