Troye Sivan - Heaven.
Noah Cyrus - Make Me Cry.
Can Kazaz - Affedin.
Can Kazaz - Veda.
• • •
'' Ah Müzeyyen, seni sevmenin hiçbir oluru yoktu. Ben tüm olmazlara rağmen sevmiştim seni.''
• • •
Uyandığımda odanın içine yağan güneş ışığını kesmişti, zifiri karanlık odanın içinde mesken tutmuş, ağacın dalları içeride gölgeler halinde oyun oynamaya başlamıştı. Pencereyi sadece tül perde kapatıyordu bu yüzden ormanın sessizliğinin resmini camlarda görebiliyordum. Odanın içinde hafif bir uğultu vardı, pencerelerden girdiğini düşündüm, dışarıda esen rüzgarın sesi olmalıydı. Yattığım yerde hiç kıpırdamadan pencereden dışarıyı ilerken Timur'un üzerimdeki kazağı bel kıvrımıma kadar sıyrılmıştı. Başımı yana eğince kokusunu alabiliyordum...
Kendimi güçlü ağaçların olduğu bir ormanda sessiz bir gölge gibi hissediyordum, üzerimdeki bu kazağa ilmek ilmek işlediğim sessizliğin suçunu sırtlanıyordum. Alev alev yanan ayaklarımın tabanıyla susuz bir toprağın üzerinde koşuyordum. Gözlerimi kapatıyor, bir gelecek hayal ediyor ve kibriti çakıp o geleceği ateşe veriyordum. Ölümü düşünüyor ama ölümden, rüzgardan kaçan bir rüzgargülü gibi kaçıyordum.
Muhtaç olduğum şeye karşı sisli bir ormanın yansımasını döktüğü deniz gibiydim.
Ağacın ince dalları odanın içinde gezinen eski bir tanıdık gibi adımlarken yavaşça bedenimi yataktan kaldırdım. Uzun, siyah saçlarım belime kadar dökülürken hala ıslaklıklarını hissedebiliyordum. Demek ki çok uyumamıştım... Yutkundum. Boğazım toprağı ortadan ikiye ayıracak kadar kuru olan çöl gibiydi. Rüyamda ne gördüğümü bilmiyordum ama rahatsız edici bir şey olmadığına emindim. Sanki yatağa uzandığım andan itibaren hislerim omuzlarımdan parmak uçlarıma kadar damarımın üzerinde ince buzun üzerinde kayar gibi kaymıştı.
Saçlarımı ensemden uzaklaştırıp yavaşça elimin tersiyle sildikten sonra başımı çevirip odanın kapısına baktım. Yarı açık duruyordu, Timur'un odadan çıkışını hatırladım. Dudaklarımı ıslatarak yatağın içinde kaydım ve ayaklarımı yere indirdiğimde sıcak olmasını beklediğim parkenin soğukluğunun sırtımdan yukarıya tırmanan ürpertisiyle sızlandım. Parmak uçlarımla kazağın eteğini kavrayıp çektikten sonra hızlı adımlarla odadan çıktım. Kapıdan içeriye sızan loş ışık alt kattan gelen ışıktı, koridorun ışığı kapalıydı. Yavaş adımlarla merdivenlerden inerken alt kattan Timur'un sesini duyunca olduğum yerde kaldım. İkinci merdivenin üçüncü basamağında durdum, başımı eğerek salona baktığımda hiç kimseyi göremedim, Timur yalnızdı. Şöminenin karşısındaki koltukta oturuyordu, sırtı bana dönüktü bu yüzden sadece başını görebiliyordum.
''Üç bin altı yüz ellinci gün.'' Sesi bir makinenin sesi gibi duygusuzdu. Mekanikti. Daha öncesinde planlanan bir konuşma olduğu belliydi. ''O kara delikten kurtulalı tam üç bin altı yüz elli gün oldu.'' Ne yaptığını anlayamadığım için yalnızca orada bekledim, hiçbir şey söylemedim, nefes bile almadan onun kelimelerini dinlerken altında yatan hiçbir anlamı anlayamayacağımın, hatta anlamanın yanından bile geçemeyeceğimin farkındaydım. Bir şekilde birbirimizi ne kadar tanırsak tanıyalım, o kadar yabancılaşacakmışız gibiydi. ''Yeni bir yer mi açmışlar?'' Yavaşça olduğum yere otururken telefonla konuştuğunu yeni fark etmiştim. ''Orada geçirdiğim her lanet olası saati kazıdığım duvara kafanı vura vura seni öldürdüğüm zaman bu işten uzak durmamı bana tekrar söyleyecek misin merak ediyorum Semih.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİYAH GÜL
General Fiction"Avucunun içini parçalayan bıçak gibiyim," diye fısıldadı bıçağı sıktığı avucunun içinde oynatarak kendisine doğru çekerken. Avucumda oluşturduğu derin yarık boğazımda biriken kan damlalarının gözyaşı olarak yanaklarımdan ateş topu gibi yuvarlanmas...