Hep beraber Seokjin hyungun bahsettiği restorana gelmiştik. Eğlenceli konuşmalar bitmek bilmiyordu ve ben böyle olmayı ne kadar özlemişim tahmin bile edemezsiniz. Böyle zamanlarda dertlerim aklıma uğramıyordu. Rahattım ve umursamıyordum. Fakat ortam sessizleştiği an, kötü anılar benimle yüzleşmeyi bekliyormuş gibiydiler.
Masalardan birine oturmuş, siparişlerimizi verdikten sonra yemeği beklemeye başlamıştık. Aramızda yemek konusunda en heyecanlı görünen Seokjin hyungdu. Ki yemeği çok seven birine göre tepkisi gayet normaldi. Yüzümdeki gülümsemeyi engelleyememiştim.
Bir ara beklemekten çok sıkılmıştım ve Jungkook bunu fark etmiş olmalı ki şakalar yapmaya başlamıştı. Açıkçası bu neşeli halini daha çok seviyordum. Gülmek her insana yakışıyordu ve herkes mutlu olmayı hak ederdi, değil mi? Jungkook'un şakalarına gülerken gözlerim bir anlığına karşımda oturan Taehyung'a kaydı. Bana gülümseyerek bakıyordu ve bu oldukça hoşuma gitmişti. Kahkaham yavaşça yerini gülümsemeye bıraktığında onun gülümsemesi daha da genişledi. Bir şey demesini beklerken başını eğip telefonuyla ilgilenmeye başladı.
Benimle ilgilenmediği için dudağım istemsizce büzüldü. O sırada cebimdeki telefonun titrediğini hissettim. Elimi pantolonumun cebine atıp telefonumu aldım ve ekrana baktığımda mesaj geldiğini gördüm. Mesaj atacak kimsem olmadığı için mesaj gelmesine biraz şaşırmıştım. Mesajlar kısmına girdiğimde tanımadığım bir numaradan mesaj geldiğini gördüm.
''Çok güzel gülüyorsun. Keşke sürekli bu gülümsemeni sadece bana göstersen.'' Kimden geldiğini anlayamadığım için elimde olmadan kaşlarım çatılmıştı. Gözlerim bir an sanki onu fark etmem için masaya hafifçe eğilen Taehyung'a kaydı. Ona baktığımı görünce güldü ve telefonunu gösterdi. O mu yazmıştı? Gerçekten o mu yazmıştı? Yüzümde oluşan utangaç gülümsemeyi engelleyemeyerek başımı hafifçe eğdim.
Tam bu sırada telefonuma tekrar mesaj geldi. Yeniden Taehyung'un mesaj attığını düşünerek genişçe gülümsememi ortaya sererken mesajlar kısmına girdim. Farklı bir numaradandı mesaj. Okuduğum şeyle kaşlarım bir anlığına şaşkınlıkla havaya kalktı. ''Sakın tek başına dışarı çıkayım deme.''
Bu da ne demek oluyordu? Bundan ne anlam çıkarmalıydım? Ya da tehdit gibi bir şey de olabilirdi. Kim bilir, belki de saçma bir şaka. En mantıklısı bana şaka yapıldığıydı. Gözlerimi devirdim ve umursamayarak telefonumu cebime geri koydum.
Birkaç dakika sonra garson yemekleri masaya koymaya başlamıştı. Daha önce garsonun suratına hiç bakma gereği duymamıştım. Benim yanımda durup masaya yemekleri koymaya devam ederken başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktığım sırada gözlerim kendiliğinden irice açıldı.
''Hoşgeldin, Jimin.'' Jiwon alaycı bir gülümsemeyle benim duyabileceğim bir şekilde konuştuğunda sertçe yutkundum. Onun burada ne işi vardı ki? Ah, doğru... Üstündeki üniformaya bakılırsa burada çalışıyordu.
Kim Jiwon ile aynı bölümdeydik ve bu zamana kadar onunla hiç iyi anlaşamamıştım. Bana ilk sataşan oydu ve ben de devamını getirmiştim. Her birbirimizi gördüğümüz zaman laf dalaşına girmeden yapamıyorduk. Fakat bu ortam laf dalaşına girmek için pek de uygun değildi. Değerli gördüğüm herkes bu masadaydı ve kendimi kötüymüş gibi göstermek istemiyordum. Bu yüzden az önceki alaycı tavrına karşılık susmayı tercih etmiştim.
Tabağı masaya yerleştirmek adına kolunu uzatırken başıma sertçe vurmasıyla ağzımdan acı dolu bir inleme kaçmıştı. Kaşlarımı çatarak Jiwon'a baktığımda geri çekildi ve sanki 'ben suçsuzum' dermiş gibi ellerini yavaşça havaya kaldırdı.
Tam ağzımı açmış bir şey diyecekken benim yerime Namjoon hyung konuşmuştu. ''Biraz daha dikkatli olamaz mısın?''
Jiwon, Namjoon hyungun dediğini duyunca önümde hafifçe eğildi ve bana gülümsedi. ''Özür dilerim efendim, bilerek olmadı.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
save me, vmin
FanfictionGecenin bir saatinde uyumak üzereyken camınıza taş atıldığını düşünün. Korkmaz mısınız?