Nefes nefese kaldığımızda bir köşede durmuştuk. Yıkık dökük bir yere girdiğimizde rahatladığımı hissettim. Burası karanlık olduğu için bizi bulması zor olur diye düşünüyordum ki aklıma odanın ışığı yanmadığı halde ona baktığımı fark edip bana el sallayışı geldi. İç çektiğimde iki çift göz bana döndü. Neyse ki sokaktaki lambalar burayı az da olsa aydınlatıyordu. Yoksa korkudan şuracıkta bayılırdım.
''Taehyung'a mesaj at. Jimin'i eve götürelim.'' Hanbin üzerindeki montu çıkarırken Jiwon'a konuştu. Jiwon başını salladıktan sonra cebinden telefonu almak için hareketlendi. Ekranın ışığı Jiwon'un suratına yansımasını izlerken Hanbin önüme geçerek Jiwon'a bakmamı engelledi ve montunu omuzlarıma yerleştirdikten sonra, sanki bir bebekmişim gibi kollarımı tutarak montun kollarına sokmamı sağladı. Ardından önümü kapadı ve suratıma baktı. ''Gömleğindeki leke çirkin duruyordu.''
Hanbin söylemeseydi gömleğime dökülen içeceğin lekesini unutmuştum bile. Az önce söylediği şeye hafifçe güldükten sonra ikimiz de Jiwon'un alaycı sesini işittik. ''Üşümüşsündür demiyor da.''
Hanbin arkasına dönüp Jiwon'a hafifçe vurdu ve güldü. ''Çeneni kapayamaz mısın sen?''
''Senden büyük olduğum halde bana Jiwon demene izin veriyorum ama saygısızlık... bu işler böyle yürümez Hanbin-ah.'' İkisi de gülmeye başladığında elimde olmadan gülümsedim. İkisi çok yakın arkadaşlarmış gibi görünüyordu. Açıkçası bir başkası Jiwon ve Hanbin'in bu kadar nazik olduğunu söylemiş olsaydı asla ama asla inanmazdım.
Jiwon, telefonuna gelen bildirim sesiyle bakışlarını telefona çevirdi. ''Diğerlerine bir şeyler uyduracağını ve hızlıca eve gitmemizi söyledi.''
''Öyleyse gidelim.'' Hanbin yürümek için bir adım atmıştı ki koluna girerek bana bakmasını sağladım. Üzerinde sadece siyah bir kazak vardı ve montunu bana vermişti.
''Şey... böyle üşümez misin?'' Az önceki ciddiyeti söylediğim şeyle birlikte uçup gitmişti. Dudaklarının arasından hoş bir kahkaha çıktı ve kolunu omzuma attı.
''Ne zamandan beri beni umursuyorsun sen?'' Ben farkında bile olmadan ilerlemeye başlamıştı.
''Sapık olmadığını söylediğinden beri.'' Hanbin güven dolu bir gülümseme verdiğinde gerçekten çok rahatlamıştım. Sapıkmış gibi davranmasının bir amacı vardı fakat hâlâ bu amacın ne olduğunu bilmiyordum. Birlikte yürümeye devam ettik.
Jiwon bir anda başındaki şapkayı Hanbin'in başına geçirince aramızdaki sessizlik kayboldu. ''Yah, ölmek mi istiyorsun?''
''Ne demek bana 'Yah' diyorsun? Ne, ölmek mi istiyormuşum?'' Jiwon Hanbin'in ensesini tuttuğunda Hanbin acıyla kıvranmaya başladı. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum ve çok geçmeden Hanbin konuştu. ''Tamam ya, hyung diyeceğim!''
Jiwon zafer gülümsemesiyle elini Hanbin'in ensesinden çekip onu itti ve yüzündeki zafer gülümsemesiyle bana döndü. ''Jiminie bunu duydun değil mi? Olaya tanık oldun.''
Hafifçe sırıtıp başımı onaylarcasına salladım. ''Duydum da... artık eve gidebilir miyiz? O maskeli adam yine karşımıza çıkacak diye korkuyorum.''
İkisi de başını usulca salladıktan sonra ortalarına geçip ilerlemeye devam ettik. Sanki bir şey söyleyecekmiş gibi oluyorlar fakat sessiz oluyorlardı. Hanbin sürekli dudaklarını aralayıp kapatıyordu. Ne diyeceklerini merak ettiğim için en sonunda dayanamayarak konuştum. ''Ne diyeceksin Hanbin?''
''Şey, senin korkmana gerek yok. Asıl korkması gereken biziz. Sana bir şey-''
''İstersen her şeyi anlatmayalım Hanbin.'' Jiwon direkt söze girdiğinde iç çektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
save me, vmin
FanfictionGecenin bir saatinde uyumak üzereyken camınıza taş atıldığını düşünün. Korkmaz mısınız?