Ryan

67 47 7
                                    

Bekçiyle beraber 55.hücrenin önündeydik. Bekçi kalın demir kapıyı açıp beni içeriye götürdü. Ellerimdeki kelepçeyi özgür bıraktıktan sonra kalın demir kapıdan çıktı. David tam karşımda taburede oturmuş mırıldanıyordu. Bu şarkı bana tanıdık geliyordu. Bunu. Bu melodiyi annem hep bana mırıldanırdı. Melodisi hala kulaklarımda söyleniyordu. David mırıldanmayı kesip bana bakıp gülümsedi.
Bu nasıl olur? Sanki karşımda bir kız gülümsediğini gördüm. Gözlerimi iki kere açıp kapadım. Açtığımda David'di görünce kafamı kaşıdım. Gördüğüm şey gerçek miydi? Kafam karışmış olmalı. Ryan'nı düşünmekten delirmiş olmalıyım.  David'de doğru yürüdüm. Hala bana gülümsüyordu. Kafasını çevirdi. Yine o melodiyi mırıldandı. İşte yine karşımdaki David değildi başka biriydi. Uzun simsiyah saçları kahve gözleri olan güzel bir kız karşımdaydı.
“Sen de kimsin?”
Ellimi uzattığımda karşımdaki kız bir anda kayboldu. Etrafıma bakındım ama yoktu. Gitmişti...
“Devrim! Uyan!”
Gözlerimi araladığımda David'di görünce şok oldum.
“Kabus gördün galiba. Garip garip sesler çıkarıp duruyordun.”
Garip bir rüyaydı.
“Rüya gördüm. Sen vardın rüyamda.”
Kaşlarını çattı.
“Benimi gördün?”
Yatığım yerden kalkıp yatağa yaslanarak oturdum.
“Evet seni gördüm. Garip bir rüyaydı.”
“Ne gördün ki?”
Onun bir kıza dönüştüğünü mü söyleyecektim? En iyisi anlatmamak.
“Neyse boş ver.”
David çömeldiği yerden kalkıp elini yüzünü yıkamak için musluğa yöneldi. Yıkadıktan sonra havluyla kuruladı. Bir tabure çekip oturdu.
“David? Sen bana bir şey söyleyecektin. Hücreye geldik ama söylemedin.”
David'din yüzü bir anda gerildi. Ağzı açık bana bakıyordu.
“Yok bir şey.”
Ne yani bana orda söyleyemeyecek kadar önemli bir mesele vardı ve şimdi bir şey olmadığını söylüyor.
“Gerçekten mi?”
Ensesini okşayıp ayaklarını uzattı. Bana söylemekten çekiniyor gibiydi.
“Daha doğrusu şimdi söyleyemem. Zamanı gelince sana söyleyeceğim.”
Zamanı gelince mi? Acaba bana ne söyleyecekti? Kafamı karıştırmaya falan mı çalışıyordu? Bana dışardayken söyleyecekti ve şimdi zamanı geldiğinde söylemek istiyor.
“Peki neden hücreye geldiğimizde söyleyeceğini söyledin?”
Yerde duran çöp parçasını alıp oynamaya başladı.
“Evet söyleyecektim ama kararım değişti.”
Onu daha fazla sıkmak istemiyordum. Bu yüzden meseleyi kurcalamadan sustum.
David elinde oynadığı çöpü atıp duvara yaslandı.
“Bugün antrenman yapmıyor muyuz? Ha?”  
Ofladım. Çok yorgundum. David oturduğu tabureden kalkarak hızlı adımlarla yanıma geldi. Kolumdan tutup beni çekiştirdi. Kararlıydı bana öğretmeye.
“Hadi kalk! Şimdiden pes mi ediyorsun? Kalkıyorsun hemen!”
Kolumu çekiştirmeyi kesip ellerini cebine koydu. Derin bir nefes aldı ve verdi.
“Kalkmayacak mısın?”
Kaşlarımı havaya kaldırdım.
“Çok yorgunum sonra yapsak.”
David sinirlenmişti. Kaşlarını çatıp bana sert bir bakış attı.
“Bana heyecanlı olduğunu söylemiştin. Yalan mı söylüyordun?”
Evet yalan söylüyordum. Bu iş için heyecanlı değildim. Çünkü beceriksiz biri olduğumu biliyorum. David kollarını birbirine bağlayıp bir ayağıyla zemine vurmaya başladı.
“Hayır yalan söylemiyordum. Kalkıyorum.”
Yataktan çıkarak David'in yanına gittim. Gözlerimi devirdim. Bu iş beni çok yoracaktı. David ayağını zemine vurmayı kesip ellerini omuzlarıma yerleştirdi.
“Merak etme benim gibi iyi bir dövüşçü seni harika bir dövüşçü yapacak.”
David sırtını bana döndü ve ilerledi.
“Gel hadi. Başlayalım.”
Arkasından gidip yüzüne döndüm. Ellerimi havaya kaldırıp avuçlarımı açtım.
“Evet ne yapıyoruz?”
Parmağını havaya kaldırıp bana zemini gösterdi.
“Yere otur.”
Dediğini yaparak soğuk zemine oturdum.
Karşımda gidip gelerek bana anlatmaya başladı.
“Öncelikle kaslarını güçlendirmeliyiz bu yüzden egzersiz yapacaksın. Ama bu egzersizler sırasında nefes alıp vermeyi unutma. Şimdi Şınav pozisyonunu al.”
Şınav pozisyonunu aldım. Kollarımdaki ağırlık fazlaydı. Sanırım bu iş beni yoracaktı.
“Çekebileceğin kadar şınav çek. Hadi başla.”
Başladığımda David beni izleyerek tabureyi çekip oturdu. Yukarı aşağı, yukarı aşağı gidip geliyorum.
“Hey! Nefes alıp vermeyi unutuyorsun!”
Şınav çekerken aynı zamanda nefes alıp vermeye başladım. Yorulmaya başladım. Kemiklerim de titremeye başlamıştı.
...
David beni o kadar yormuştu ki yorgunluktan ayağa kalkacak halim yoktu.
“Beni dinle Devrim gösterdiğim egzersizleri her gün yorulana kadar yapacaksın. Kaslarını güçlendirmemiz lazım biliyorsun. Bak yaptığın egzersizlerin sayılarını belli bir orantıda artıracaksın.”
Soğuk zeminde oturmaktan bedenimin uyuşmuştu. Bu işin sonunda ölmesem iyi.
“Mesela 100 mekik çekiyorsan bunu 110 çıkaracaksın. Yapmalısın ki faydasını göresin.”
David'di dinlemeye devam ederken kalkıp yatağıma uzandım.
“Sabah, öğle ve akşam bunları yapmalısın. Bu arada bizi dışarıya çıkardıkları zaman o bir saat içerisinde koşacağız. Anlaşıldı mı?”
Kafamı salladım. Gözlerim kapalı ama kulağım ondaydı.
“Sesini duymak istiyorum Devrim.”
Gözlerimi açıp David'de baktım.
“Anlaşıldı."
Gülümsedim. Oda bana gülümsedi.
“Aferin asker.”
Gözlerimi kapayıp uyumaya çalıştım. Bir süre ortam sessiz kalmıştı. Bekçinin konuşmasıyla sessiz ortam bozulmuştu.
“Uyanın! Hadi yemekhaneye.”
Bekçi kalın demiri açıp içeri girdi. David ile kalkıp bekçinin karşısında durduk. Bekçi kelepçeleri takıp bizi karanlık odadan çıkardı. Çok yorgunum ve uyumalıyım. David'in ilk günden bu kadar beni çalıştırması iyi değil. Kemiklerimin sızladığını hissediyorum.
“Pişt! Devrim!”
David kulağıma doğru fısıldıyordu.
“Sen daha kolay çalışmada bittiysen seni zor çalışmalarda düşünemiyorum.”
Bana sırıtınca kaşlarımı çattım.
“David seni öldürürüm. Kapa çeneni. Zaten her tarafım ağrıyor.”
David sessizce kıkırdadı.
“İntikam zamanı. Bugün bellimin ağrısından ölüyordum. Sen anca bana bakıp gülüyordun.”
David bir anda bellini tutup inledi. Bekçinin sopası tam belline denk geldi.
“Çenenizi kapatıp girin içeri!”
Ben alttan sırıtırken David'de belini tutup inliyordu. Onun bu durumuna acımıştım.
Bekçi bizi yemekhaneye koyup kalın kapıyı kapattı. Elimizdeki kelepçeleri özgür bıraktı. İkimizde içeri girince herkes bize baktı. Önde oturan bir adamın sesini işittim.
“David kendine bir it bulmuş baksana.”
Yanındaki adamla sırıtıp bana bakıyorlardı. David belliyle ilgilendiği için duymamıştı galiba. Adamın ne dediğini umursayarak bir yere oturduk. David yine karşıma geçmişti.
“David çok ağrıyorsa bence bir doktora görünmelisin.”
David aşağı bakarak konuştu.
“Yok bunu hep yaşarım.”
Bunu hep mi yaşardı? Bu ne demek şimdi. David gözlerime baktı. Sanki ağzından bir şeyler kaçırmış gibiydi.
“Hep mi yaşarsın? Bir sorunun mu var?”
Ellini bana sallayarak.
“ Yok yani bir sorunum. Bellim çok zayıf ,bir soğukta böyle olur.”
Anlam verememiştim. David'de bir an şüpheci bakışlar sezdim.
“Neyse hadi yemek yiyelim kurt gibi açım.”
‘Tamam' deyip yemeğe başladım.
...
Gece boyunca Ryan hakkında kabuslar gördüm. Aynı şekilde David'de sık sık kabus görüyordu. Ama David kabus konusunda hassas. Konuşuyor ve yatağa vuruyordu. Onun için endişeliyim.
Yataktan kalkıp musluğa ilerledim. Ardından ellimi yüzümü yıkadım. Havluyla kuruladıktan sonra dün çıkardığım ayakkabılarımı giydim. Ardından köşede duran taburelerden birini çıkarıp oturdum. David hala uyuyordu. İyi bir uyku çekmediği kesindi. Bedeni bir sağa bir sola gidip geliyordu. Alnında birikmiş ter damlaları buradan görünüyordu. Onu uyandırsa mıydım? Neyse zaten kesmişti. 
David iyi bir insan. Onun hakkında bir şeyler bilmesem de onun iyi bir insan olduğuna inanıyorum. Kalbim ona güvenmemi söylüyordu. Belki ilerde pişman olacağım ona güvendiğim için? Belki de pişman olmayacaktım? Hayır. Sürekli ihtimalleri düşünürsem bir şeye odaklanamam. Onunla arkadaş olmayı denemeliyim.
David bir anda yataktan sıçrayınca irkildim. Tam karşımda bana bakıyordu. Bana dik dik bakıyordu. Saçını kaşıyıp parmağını bana doğrultu.
“Şimdiden boşluyor musun? Devrim.”
Evet. Unutmuştum. Her sabah, öğle ve akşam egzersiz yapacaktım. Ellimi kafama çarpıp dudaklarımı birleştirdim.
“Unuttum gerçekten.”
David derin bir nefes alıp verdi.
“Hadi çabuk başla o zaman.”
Tabureden kalkıp tam başlayacakken bekçinin çıkardığı sesle irkildim. Kapıya baktığımda bekçi içeriye girmişti.
“2000 nolu mahkûm. Ziyaretçin var!”
David'de baktım. Ellini yüzünü yıkıyordu. Ya o Martes denen adamsa? Ne yapacaktım ben? Ne diyecektim ona?
Hemen bekçinin yanına gittim. Bekçi kelepçeleri takıp beni dört duvarlı odadan çıkardı. Bekçi kapıyı kapattıktan sonra onunla ilerledik.
“Kim gelmiş söylesenize?”
Bekçi  bana sert bir bakış attı.
“Gidince görürsün.”
Endişeliydim. Onun karşısına nasıl çıkardım?
Bekçiyle uzun koridorda ilerledik. Dönüş yaptıktan sonra biraz daha ilerledik. Karşımdaki kalın demir kapıyı açtı. Korkuyordum. Dizlerim titremeye başlamıştı. Bekçi ellimdeki kelepçeleri özgür bıraktı.
“15 dakika sonra burada olacağım. Sonra yemekhaneye götüreceğim seni.”
Kafamı evet dercesine sallayıp içeri girdim. Gözlerimi araladığımda orda duran kişin Ryan olduğunu gördüm. Şok olmuş bir şekilde Ryana bakarken, Ryan'nın gözlerinin içine baktım. Hareketsiz bir şekilde Ryan'a bakarken bir adım attım.
O ağlıyordu.
“Ryan!”
Ryan ellini salladı.
“Devrim?”
...



PAYDOSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin