Eve gireli bir saat olmuştu. Evdekiler halimden şüphelenmesin diye geldiğimizden beri odamdan çıkmamıştım. Onur hala dışarıda mı bilmiyordum. Hala cesaretimi toplayıp camdan bakamamıştım. Beni burada bile bulduğuna inanamıyordum. Bu durumda ailemde tehdit altındaydı. Bir an önce buradan ayrılmalıydım.
Bu adam benden ne istiyordu. Bunu artık öğrenmem gerekiyordu. Bunu öğrenmenin en kesin yolu da onunla konuşmaktı. Korkumun beni yenmesine izin veremezdim.
Net bir kararla ayağa kalktım. Anneme biraz dolaşacağımı söyleyerek evden çıktım.
Kapının önü boştu. Araba gitmişti. Ama neredeyse emin olduğum bir his buralarda olduğunu fısıldıyordu.
Yavaş yavaş sahile doğru yürümeye başladım. Kafelerin sıralı olduğu kordon boyuna çıktığımda onu nasıl bulacağımı bilemez bir şekilde sadece yürüyordum.
Sonra benim onu bulmama gerek kalmadan onun beni bulacağını düşünerek bir kafeye girip oturdum. Lise yıllarımızda da sık sık takıldığımız bir kafeydi burası. Bir bardak çay söyleyip denizi izlemeye daldım. Mart ayı olduğu için deniz oldukça sertti. Ama havanın soğuk, denizin dalgalı olmasına aldırmadan sezonu açanlar bile vardı.
Ben denizin dalgalarıyla boğuşurken hislerim beni yanıltmadığını gösterdi. Üzerime kapanan gölge tüm bedenimi karanlığa itmişti sanki. Tam yanı başımda dikilen ve o koca cüssesiyle bütün güneşimi kapatan bedenin sahibi Onur'dan başkası değildi.
Kafamı hafifçe kaldırdığımda yine o iğrenç gülümsemesiyle beni izliyordu. O an yeniden fark etmiştim ki Onur'un bakışları gerçekten Can'ın bakışlarının başka bir tonuydu sanki. Bu fikir aklıma düştüğünde yine içim ürperdi. Can'ın son yaptığı beni tamamen dağıtmıştı. Ben söylememiş olmama rağmen soyadımı bilmişti. Buda benim karanlığımın üzerine koca bir sis bulutu örtmekten başka bir işe yaramamıştı.
Ben hala Can ve Onur'un bakışlarının benzerliğinde takılmışken Onur karşımdaki sandalyeye çoktan ilişmiş ve gözlerindeki Can Onur karışımı tuhaf bir bakışla beni izliyordu.
Onur karşımdaydı. Yani tüm sorularımın cevapları karşımdaydı. Önemli olan o soruları cevaplayıp cevaplamayacağıydı.
Bunu öğrenmenin tek yolu da soruları ona yöneltmekti.
Kendimi Can'ın oluşturduğu ve tekrar üzerime üşüşmek için bu anı bulan sis dehlizinden çıkarıp Onur'a "Ali nerede" diye sordum.
Onur sandalyesine iyice yaslanarak konuşmaya başladı. "Açıkçası ben önce evine nasıl girdiğimi sorarsın sanmıştım."
AH!Bu adam gerçekten Can'a neden bu kadar benziyordu ki?
Aynı kibirli bakışlar, aynı ukala tavır, aynı ''ruhsuz'' ruh hali.
İnsanın gerçekten kafasını karıştırıyordu. Onur kendinden emin bir şekilde konuşmaya devam etti "gerçekten ilk merak ettiğin Ali mi?"-Evet. Ali nerede?
-Şu an yaşadığını bilmen yeterli Tılsım.
-Benden ne istiyorsun peki.
-Senden istediğim şey basit aslında.
Sinirleniyordum artık. Bu adamın karşımda bu kadar rahat davranması beni deli ediyordu. "Peki ben sana nasıl güveneyim Ali yaşıyor diyorsun ama nerede olduğunu söylemiyorsun. Ya yaşamıyorsa gerçekten"
Onur yine aynı rahatlığıyla yavaşça cebinden telefonunu çıkararak bana bir fotoğraf gösterdi. Fotoğrafta sekiz yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir oğlan çocuğu vardı. Üzerinde okul üniformaları vardı. Çocuğun arkasında olan ATATÜRK büstü burasının bir okul bahçesi olduğunu gösteriyordu. Çocuk neredeyse ölü denilebilecek bir yüz ifadesiyle objektife bakıyordu. Bakışlarında ne korku, ne hüzün vardı. Donmuş bakışlarla öyle durmuş ve fotoğrafını çeken kişiye bakıyordu. İnsanın içini acıtan bir şeydi bu. Doktor olduğum için her türlü ruh hali ile karşılaşmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TILSIM
RomanceBaşarılı genç bir kadın, Başarılı genç bir adam, Yolları kesişen bu iki genç, çıktıkları yolun hiç bilmedikleri geçmişlerinde başladığını bilmezler. Öğrendiklerinde ise karanlık bir per...