16

52 26 6
                                    

Telefondaki kişiyle konuşalı yaklaşık yarım saat olmuştu, bu yarım saatte Onur'un durumu daha da kötüleşmeye başlamıştı. Nabzı gittikçe azalıyor ve kan kaybetmeye devam ediyordu. Tansiyonu da oldukça düşmüştü.

Yerinden oynatamadığım için ve onu yerinden kıpırdatmak tehlikeli olmaya başladığı için kapının eşiğinde telefondaki kişiyi bekliyordum. Korkmam gerektiğini biliyordum ama korkmuyor olmamın doktor olmamla mı ilgisi var yoksa Onur'a alışmaya başlamamla mı ilgisi var gerçekten bilmiyordum.


Onurdan ne kadar korksam da onun varlığına alışmaya başlamıştım. Bu durumun bana yaptığı son itiraf ile ne kadar doğru orantısı olduğunu da en kısa zamanda çözmek istiyordum.

Kapının aniden yumruklanmasıyla ve zilin hızlı hızlı uzun uzun çalmasıyla yerimden fırladım. Telefondaki kişinin geldiğine emindim o yüzden  hiç tereddüt etmeden hemen kapıyı açtım.  Onur'un boyuna yakın geniş omuzlu yuvarlak yüzlü genç bir çocuk  içeri daldı.  Tam inceleyememiş olsam da bu çocuk bana o malum notu veren çocuktu. Şu an bu tür ayrıntılarla zaman kaybetmenin vakti olmadığından hemen elindekileri alıp poşete baktım. İnanamamıştım ama üç torba kan vardı. Ve o kanları Onur'a verecek her türlü gerekli malzemede poşetin içinde mevcuttu.


Onur'u çok fazla sarsmadan yüksek bir yere kaldırmamız gerekiyordu ama bunu yine yapamamıştık çünkü yarasının ne kadar kritik olduğunu bilemediğimden onu kıpırdatmayı göze alamamıştım.


Adının Oğuz olduğunu ve Onur'un kardeşi olduğunu öğrendiğim genç çocukla birlikte kapının önünde Onur'a müdahale etmeye başladık.


Kurşunun çıkış izi olmadığından önce kurşunu çıkarmamız gerekiyordu. Bu şartlarda çok zor olsa da Oğuzla kurşunu çıkarmayı başarmıştım.  Ama gerekli filmler çekilemediği için kurşunun vücutta nerelere ne kadar zarar verdiğini bilmeme imkan yoktu. Bu yüzden her zaman içimden tekrarladığım gerçeği bu kez Oğuz'a tekrarlayarak: -"Hastaneye gitmesi gerekiyor." dedim.

-"İmkansız." gibi sert ve net bir cevap aldığımda yapacak başka bir şey olmadığımdan Onur'un yanına yavaşça oturarak nabzını saymaya başladım.

Artık yapılacak tek şey Onur'un vücudunun tedaviyi kabul ettiğini ve iyileşme sürecine girmesini beklemekti. Ama bu şartlarda karşılaşılabilecek  çok fazla risk olasılığı mevcuttu. Fakat aynı abisine benzeyen Oğuz'a bunu anlatmak oldukça zordu. Hatta imkansızdı. Onur hala kapının eşiğinde yarım yamalak bir müdahale sonrası koluna bağlanmış kanla öylece yatıyordu.

Nabzında hala bir değişiklik yoktu. Fakat tansiyonu biraz hareketlenmeye başlamıştı. Bu bile bu şartlarda inanılmaz bir gelişmeydi. Ama yaranın mikrop kapma gibi bir riski vardı ki bu her şeyden daha önemliydi. Öyle bir durumla karşılaşmamak için bana dua etmekten başka bir şans bırakmayan Oğuz ise oldukça tedirgin görünüyordu. Bu insanları anlamak gerçekten zordu. Abin ölürse ne olacaktı. Ama hapse girerse en azından yaşadığını bilirdin ve arada ziyaretine gitme şansın olurdu.

Sanırım Onur'un en büyük şansı tehlikeli bir bölgesinden vurulmamış olmasıydı. Oğuzla birlikte birimiz sağında birimiz solunda olmak üzere kapının önünde oturmuş bekliyorduk.

Aramızda ne olacağı bilinmeyen bir adam Oğuz ve ben.

Zaman ilerledikçe Onur için endişem daha da artmaya başlamıştı. Nabzında hiç bir değişiklik görülmüyordu kanlardan sonra bağladığım serumun biraz iyi gelmesini umuyordum. Ama testler yapılması gerekiyordu. Filmler çekilmesi gerekiyordu. Oğuz böyle inat ederse Onur yavaş yavaş yaklaştığı ölümle yanımızdan sessizce ayrılacaktı.

TILSIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin