3.Bölüm

1.7K 138 48
                                    

3.Bölüm

Bütün ders boyunca onu; yolunu kaybetmiş bir yabancı gibi düşündüm. Benim olamayacağını anlamıştım. Bir prens, çaresiz ve bir o kadar da sevgiden fakir bir kızı nasıl sevebilirdi ki? Sadece masallarda gerçekleşebilecek birşey bu. Adı üstünde "MA-SAL". Bunu hayallerimde, kendi dünyamda bile canlandıramazken, şimdi bunu gerçek dünyadan mı bekliyordum?
Ona sahip olmak; gerçek olamayacak kadar... güzel ve baştan çıkarıcıydı. Acaba bir kızla sevgili olmuş mudur? Acaba birini sevmiş midir?
Aklımda bunlar gibi karma karışık olan o kadar çok soru vardı ki... 
Onun kurtatıcım olabileceğini zannetmiştim.Ama beni bu zindan hayattan kurtarabilecek biri yoktu.Bu hayatta herkese birşey sunulduğu gibi bana da yalnızlık sunulmuştu. Bununla yetinmek zorundaydım. Belki çabalarsam önüme çıkan bütün duvarları kırıp, zorluklarla başa çıkabilirdim. Belki de ne kadar çabalarsam o kadar dibe batıp, duvarlardaki taşlar bir o kadar birlik olup beni ezebilirlerdi.
Okul çıkışına kadar aklımı bu tür; cevabını bulamadığım sorular doldurmuştu. Bu tür sorulardan kurtulmak için yanıma aldığım para ile bu semtte olan bir kitapçıya gitmeyi düşünüyordum. Okuldan çıkarken kalbim onu aramayı, onu bir kerede olsa görmeyi istesede, beynim tüm hızıyla bu isteği geri çeviriyordu. Beynim; baksamda boş olacağını biliyordu. Ona baktığım her an; önüne gelen büyük bir et parçasına salyalarını akıtarak bakan köpek gibi hissediyordum. Bu gerçekten utanç vericiydi. 
İçinde çeşit çeşit kitap olan bir kitapçı bulana kadar yürüdüm. Sonbaharın hafif esintili rüzgarı ceketimin içinden geçerken tenim ürperdi. İnsanın içini rahatlatıyordu.
Zihnimi boşaltmamı veya bu olanları unutmamı sağlamıyordu ama o eşsiz gücüyle bir süre aklımda olan binlerce soruyu ve beni karşıma çıkan bütün duvarlardan uzaklaştırabiliyordu.
 Kitapçıya geldiğimde içeride birkaç öğrenci vardı. İçinde aradığım kitaplarında bulunduğu, her türden insanın içini yansıtan bir kitapçı dükkanıydı.  İçerisi loş ışıklarla düzenlenmişti.
Deniz esintisi gibi kokan kitapçı bir anda bana onu hatırlattı. Onunla çarpışmamızdan sonra bütün olaylar gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Bir adamın bana seslenmesiyle kendime geldim.
"Ne arıyorsunuz hanımefendi?" diye sordu. Bu beklenmedik soru karşısında birazcık afallayarak; "Iıı... Ben gerilim ve macera türünden kitapları bulmaya çalışıyordum." dedim. Adam bana istediğim kitapların bulunduğu kitap bölümünü gösterdikten sonra yanımdan usulca  ayrıldı. Kitaplarla başbaşaydım işte. Gözüme ilk çarpan kitabı alıp arkadaki özetini merakla okumaya başladım. 
Ne kadar çok kitap sevsemde buradan bir an önce çıkmak istiyordum. Hızlıca en çok beğendiğim iki kitabı aldıktan sonra ödemeyi yaptım. Kitapçıdan çıktığım zaman saat daha oldukça erkendi. Annem veya babam da aramamıştı. Birazcık kahve içmekten zarar gelmez deyip, kafamı boşaltmak için bir kafe bulup oraya gittim.
 Kahvemi içtikten sonra  düşüncelerden ve etrafımdaki insanlardan nefret etmeye başlamıştım. Çünkü bu kafe pek sağlam bir yere benzemiyordu. Kahvenin  parasını son hızımla öded,kten sonra, aynı hızda kafeden dışarı attım kendimi.
 Kafeden çıktıktan sonra aniden başım döndü. Düşecek gibi oldum ama hemen kendimi bir direğin yanında dengem gelene kadar beklerken buldum. Galiba çok fazla şey düşünüyordum. 
 Annem ve babamın kavgaları, benim ve kardeşimin kavgaları, aile içi küçük; işe yaramaz şeylerden meydana gelen huzursuzluk, ilerideki yaşamım ile ilgili düşünceler dağınık bir şekilde beynimin her yerinde halay çekiyorlardı. Birde bunlar yetmezmiş gibi o çocuk vardı. Ne yapacağımı bende bilmiyordum.
Hayır, ben güçlü biriydim. Bunlar, beni durduracak kadar büyük duvarlar değillerdi. Bunlar üstünden kolayca atlayabileceğim bir küçüklükte olan, hemen yıkılan duvarlardı. Yapabileceğimi biliyordu ama... inanmıyordum kendime. Herşeyde olduğu gibi...
 Otobüse binip eve gittim. Anahtarla kapıyı sessizce açtım. İçerden annem ve babamın kahkaha sesleri geliyordu. 
Annem. Ve babam. Gülüyorlardı? Sadece ikisinin olduğu bir ortamda? Fazlasıyla enteresandı. 
 Mutfakta annem ve babamı görünce isteksizce de olsa "Merhaba." dedim. Annem bütün canayakınlık rolünü kullanarak bana sarıldı. Ah... gerçek olamazdı bu!
 Beni öperken "Ah, canım kızım sana güzel haberimiz var." dedi. Ben biliyordum yani. Annem ve babam durduk yere birbirleriyle iyi vakit geçirmezlerdi diye. Her dakika kavga eden ebeveynlerden ne beklenirdi ki daha fazla?
"İyi haber?" dedim o aklımda ki düşünceleri birazda olsa yansıtacak bir sesle.
 Babam içten bir ses ile "Evet, tatlım. Bundans sonra annen ve ben asla kavga etmeyeceğiz. Aileortamı yaratıp, mutlu olacağız." dedikten sonra alnıma küçük bir öpücük kondurdu.
Babamı çok seviyordum. Güvendiğim tek insandı. Sadece annem ile çok fazla kavga ettikleri için o kadar çok konuşmuyordum.
Annem ise... aramız pek iyi değildi. "Merhaba." bile demezdik birbirimize pek fazla. Ama annemdi yani. Babam kadar olmasa da içimde; beni büyüttüğü için ona karşı küçük sevgi ateşi vardı.
"Ah, evet. Gayet ... güzel." dedikten sonra yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirip odama doğru koşar adımlarla gittim. Bu iş bana pekte sonunda iyi birşeymiş gibi gelmiyordu.
 Bugün ödev vermemişlerdi. Benim için oldukça güzeldi. Çünkü onu düşünmekten pek fazla zamanım kalmıyordu ödev yapmaya.
En çok aklıma takılan şey ise; "Naıl bu kadar etkileyici olabiliyor?" ve "Benimle konuşmadan nasıl aklımdan çıkmıyordu?". 
Merak ediyordum ama merakımı araştırarak öğrenecek kadar da gururluydum. Hem bana çarptığında "Özür dilerim." felan da dememişti. Hadi insan onu da demedi, bir "Pardon." der değil mi?!
Odun işte ne olacak? Dengesiz! Havalı! Artist! Ve çekici...
Beni böyle etkilemesinden nefret ediyordum.
Yarın onun hakkında araştırma yapmalıydım. Kim veya ne olduğunu bilmiyordum ama karanlık, gizemli ve oldukça yakışıklı biriydi.
 Düşüncelerimin arasında boğulurken beni su yüzüne çıkaracak bir uykuya daldım.
Sabah, alarm sesiyle; yeniden beni düşüncelerim ile boğacak bir güne hiç heyacanlı olmasamda gözlerimi açmaya çalıştım. Göz kapaklarım açılmamakta direnç gösteriyorlardı. Sanki güçlü bir yapıştırıcı ile yapıştırılmış, görünmez bir katman gibiydiler. 
Bir yanım ne kadar çok uykuya hasret çeksede, diğer yanım o gizemli çocuğun bütün sırlarını açığa çıkarmak istiyordu. Büyük bir direçle uyku arzum baş göstersede, bilinmedik sırları açığa çıkarma isteğim; o güçlü, bedenimi gizli bir yapışkan katman gibi  saran uyku arzusunun önüne geçti. Uykumu yok etmeyeceğini bilmeme rağmen, birazda gidereceğini umarak ayaklarımı yatağımda sallayıp, yeni düşüncelerle dolu havuza daldım.
 Banyoya, elimi-yüzümü yıkamak için gittim. Aynada ki görüntüm, bir adım geri çekilmeme sebep oldu. Tek kaşımı kaldırarak, şaşkınlıkla aynamdaki zavallı görüntüme bakarken, böyle çirkin ve çaresiz kıza, öyle yakışıklı ve gizemli bir çocuğun bakmasının gerçekten gülünç olacağı beynime sivri bir ok gibi saplandı.
Öcünün kayıp ikiz kız kardeşi olabileceğimi düşünürken, hayal gücümü zorladığımı her geçen saniye daha da çok anladım.
O çocuğu göreceğim için midemde ki kasların bütün gücüyle gerildiğini anladım. Ona "O Çocuk" demekten bıkmıştım. Adını öğrenmek istiyordum. Hem de en kısa zamanda.
Kahverengi gözlü, esmer ve kahverengi uzun saçlarım var. Fazla uzun olmasam da yaşıtlarıma göre uzun boyluydum. Normal bir kiloya sahiptim. Dışarıdan ne kadar güçsüz görünürsem, içimde o kadar inatçı bir kişiliğe sahip olduğum kadar, dışımdan güçlü göründüğüm kadar içimdeki denizde de kat be kat fırtınalar vardı.
Üstüme, beyaz gömleğimi giydikten sonra siyah çorabımı ve kırmızı ile gri karışık, diz üstünde olan -fazla kısa olmayan- eteğimi giydim. Gömleğimin üzerine krem renginde bir kazak giydim. Karışmış olan saçımı bütün gücüm ile tararken saçlaım açılmamakta direnç gösteriyordu. Ama inatçı kişiliğim ile baş etmedi ve bu güçlü savaşı ben kazandım. Saçımı yukarıdan topuz yaptıktan sonra ayakkabımı giyip, anahtarımı aldım. Yavaş adımlarla durağa doğru yürürken aklıma sadece dersleri sokmaya çalıştım ama her zaman ki gibi başarısız oldum.
Bir insan nasıl o kadar ifadesiz olmayı başarıyordu? Hiç mi gülmezdi? 
Toplamda üç defa gördüm. Her efasında yüzü ifadesiz ve karanlığa mahkummuş gibi görünüyordu.
Bu düşüncelere dalış yaparken, otobüse binip okula bir an önce gitmek için sabırsızlandım. Onu göremeyeceğimi bildiğim, görsem bile pek bir fayda hatta hiçbir fayda etmeyeceği için heyecanımı basit bir şekilde söndürdü.
Okulun bahçesine girdiğimde, bütün cesaretim kırılmış bir şekilde başım önümde içeri doğru yürüdüm. İçimdeki merak pek söndürülmediği için başımı kaldırıp bahçeyibir radarmış gibi taradım.
Bir anda tam karşımda buldum onu beklenmedik bir şekilde. Karşımdaki bankta, her zamanki gibi gizemli olduğunu beli eden bir siyah pantolon, üzerine bütün kaslarını ortaya çıkaran; karanlığın içinde tek bir ışık gibi görünen beyaz bir t-shirt giymişti.
Salyalarımın yere tüm hızıyla aktığını farkedince kendimi toparladım.
Bizim sınıftan iki kız ile bir erkek ve diğer arkadaşlarıyla birlikte, tüm ifadesizliğini kullanarak oturuyordu. Etrafındaki kişiler gülüp, konuşurken o ise bir robot gibi rahat ve ifadesiz durabiliyordu? Hem o üstünde duran ince kumaş parçasıyla sonbahar havasında üşümüyor muydu?
Etrafıma bakınca bütün diğer kızların da salyaları akarak ona baktıklarını gördüm. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ben de mi onu izlerken böyle görünüyordum? Birden bütün gülme isteğim yok oldu.
 Bir kız ona bakarken taşa takılıp düşecekti. Bütün kızlar ona; yenmek üzere olan bir et parçasıymış gibi bakıyordu.
Birden içimde aniden dolup taşan bir kıskançlık ve öfke karışımı bir duygu belirdi.
Onu anlayamıyordum. Çevresindeki insanlar sevecenken o nasıl bu kadar ifadesizliğini kullanabiliyordu? Yüzünde görünmez ama bir o kadar da herşeyi barındıran bir maske varmış gibiydi.
Ders zili çalınca uzun bir süredir onu izlediğimi farkettim. Oysa o bana birkaç dakika gibi gelmişti. Sınıfıma yürüken aklımdan onu çıkarıp derslere yoğunlaşmam gerektiğini, beynime talimat vererek durdum.
İlk dersimiz tarih hocası gelmediği için boştu. Çantama romanımı koymayı unuttuğum için bütün ders boyunca somurtarak durmayı düşünüyordum.Dışarıdan somurtuyormuş gibi hiçbir şey yapmadan dursamda, midem de kelebekler savaşı ve kafamın içinde de ben ve düşüncelerim güçlü bir savaşın içindeydik.
Acaba o da böyle miydi? Onunda ifadesizliğinin altında boğuşan harfler veya kelimeler var mıydı? Yoksa içide dışıda bir olup, ifadesizliğin bir ürünü müydüler?
Onun yanında gördüğüm kızları tek tek sınıfımın içinde pürdikkat aradım. Aralarında bana en yakın, en sempatik hissettiğim kızın yanına gitmek için ayağa kalktım. Adı; hatırladığım kadarıyla "Gizem" di. Bu kızın adı bile bana onu hatırlatıyordu.
Hızla yanına gidip çekinerek "Merhaba."dedim. Kızsa bana bakıp şaşırdıktan sonra yüzünde bir gülümseme ile "Merhaba." dedi. Bana böyle davranması tuhafıma gitmişti. Çok güzel bir yüzü vardı. Bebek teni gibi beyazdı. Mavi gözleri ve sarı saçları bu tatlılığına daha da katlandırıyordu.
"Şey.. Ben sana birşey sormak istiyorum?" dedim bütün gücümü yüzüme bir gülücük kondurmaya çalışarak.Becerebildiğimi umuyordum. Gizem yine bütün tatlılığını kullanarak "Ah, tabiki de sorabilirsin." dedi.
Kızın bu tavrı karşısında bütün endişelerimin üzeirne su dökülürken , yine de heyecanımı söndüremiyordum.
"Ama bir şartla. Imm... Kimseye söylemeyeciğine söz vermen lazım.Benim için çok önemli." dedim. Bu cümlemin karşısında kız birazcık meraka kapıldığını görebilmemi sağlayarak tek kaşını kaldırdı.
"Tabiki de.Söz, ikimizin arasında kalacak." diye bana güvence vererek gülümsedi.
"Bu sabah, ders başlamadan önce yanında oturduğun çocuğun adı ne? Bana onun hakkında bildiğin herşeyi anlatabilir misin? Nasıl biri mesela?" diye sordum içimdeki bütün düşünceleri toparlayarak sorarak.
Gizem,bu tavrım karşısında şaşırarak "Aaa... Aslında bilgi vermemizi istemiyor kimseye. Ama sende benden duyduğunu söylemezsen söylerim." dedi.
Heyecanlanarak "Ah, tabiki de. Söz veriyorm." dedim gülümsemeye çalışarak.
"Pekala. İsmi Erce Toğrul. Lise 3'e gidiyor. Belalı bir tiptir. Şu ana kadar yanında hiç bir kız görmedik.Okuldaki kızların ona nasıl baktığını biliyor ama umursamıyor. Annesi, babası veya ailesi ile ilgili hiçbir şey anlatmaz. Aslına bize hiçbir şey anlatmaz."
Şaşkınlıkla "Ah, evet. Çok teşekkür ederim." dedim ve tüm hızımla sıradan kalktım.
Erce Toğrul. Lise 3. Yanında kız görülmemiş. Ve belalı.
Bütün harfler kafamda sağa sola savrulurken, bu düzensiz harflerden sadece bir kelime oluşuyordu. 
"BELALI"
Aslında belayı severim. Ama bu bela beni fazla aşan bir cinstendi. Hem yanında hiçbir kız görülmemişken ben boyumdan fazlaca büyük hayllaer kuruyordum.
Tam bir şapşalım!
Teneffüs boyunca gözlerim ona bakmakla tehdit ediyorlardı. Sanki ona bakmazsam benim için kayıp olurmuş gibi. Her baktığım saniye, o yüzündeki sert çizgileri, o yüzünün kusursuzluğunu biraz daha kazıyordum beynime.
Üçüncü dersimiz beden eğitimiydi. Dersimize erkek bir hoca giriyordu. Yüzündeki sertlik,disiplinli olduğunun kanıtıydı. Bunun delili olarakta bizi koskacaman bahçenin içinde 20 tur koşturdu. Aslında benim için iyiydi. Aklımda uçuşan kelimelerle dolu soruları beynimde; onları bir kafese kapatmamı sağlıyordu. İşime yoğunlaşmamı sağlıyordu.
7. turumuza geldiğimizde birazcık su molası verdi. Yanımdan geçen bütün kızlar isteklice bana sert bir şekilde çarparak gidiyorlardı. Bunların derdi neydi böyel!
Gözlerim bahçeyi ararken yanımda biri belirdi. Gizem'di. Aniden belirmesiyle beni korkutmuştu. "Özür dilerim. Korkutmak istememiştim." dedi. Her zaman içime kapanık biri olmuşumdur. Ama bu kız çok farklıydı. Acaba onun kişiliği nasıldı?
Onu her gördüğümde sessizce oturuyordu. Erce'nin yanında bile öyle.
"Ah, önemli değil. Sadece farkedemedim seni." dedim.
Gizem, gülümsediği zaman bütün gamzeleri ortaya çıkıyordu ve onu daha da güzel yapıyordu. 
"Sadece o kızlara aldırma diyecektim. Herkese öyle yapıyorlar anlaşılan. Bana da yaptıkları gibi" dedi.
Cümlesini bitirir bitirmez içim; onlara karşı isteksiz bir şekilde nefret duygusu doldu.
Adını "Selim" diye hatırladığım beden eğitimi hocası, güçlü bir bağırma ile bahçe etrafında yeniden koşturmaya başladı.
Dersin sonunda herkes üstünü değiştirmiş sınıfa doğru yürüyordu. Kafamdaki dağınık harfler tek bir cümle oluşturuyordu. "UZAK DUR!". Öyle de yapacaktım. Ne kadar zor olabilirdi ki zaten?
 Bu düşünceler içinden istediğimi bularak sıyrılırken, Gizem yaıma geldi. Birşeyler söyledi ve hayatımda ilk defa kahkaha attım.
Erce'nin olduğu grubun yanından geçmek istemiyordum ama Gizem beni zorla sürüklüyordu. İkinci bir kahkaha attığım zaman Erce'nin oturduğu  grubun yakınındaydık. Aniden başım döndü ve kahkahamı güçlü bir şekilde söndürdü.
Yere düşmüştüm. Gözlerimi açtığımda herkes başımdaydı. Hafifçe sallanıyordum. Bir beşikteymiş gibi.
Kafamı kaldırdığımda Erce'nin beni taşıdığını gördüm. Bu belalı şey beni nereye götürüyordu?
"Hey, durur musun? Ben iyiyim." dedim sesimi yükselterek.
Cevap vermedi. Ukala şey! "Sana söylediğimin farkındasın değil mi?" 
Bu sefer cevap vermese deli olacaktım. "Ne yapabilirim? Seni taşımaya meraklı olanda yok zaten ama mecburum." dedi kaba bir şekilde. Mecbur mu? Çok meraklı değilse, taşımasa ya beni!
Kucağında debelenerek inmeye çalıştım. Çabam boşa çıkınca "Beni hemen yere indir Bay Ukala!" Böyel konuşurken aniden müdür odasının önünde olduğumuzu gördüm. 
Beni de kendiyle beraber müdür odasının içine soktu.
Beni yere indirirken, teninden yayılan kokusu bir duvara çarpmışım gibi beni sersemleştirmişti.
Anlayabildiğim tek şey tuhaf bir kişiliği vardı...


Yapacağınız yorumlara ve vereceğiniz oyları bekliyorum. Sizi çok seviyorum :) Şimdiden teşekkür ederim :)

Karanlık BelaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin