2010Niklaus'un sinirleri yatışmaya başlamıştı. Bunu nasıl yapabilirlerdi? Tamam, belki onun öz kardeşleri değillerdi ama asırlardır beraber yaşıyorlardı ve aralarında çok güçlü bir bağ oluşmuştu. Fakat bu sefer de onun planlarını sabote etmişlerdi. Niklaus sadece ailesinin iyiliğini istiyordu. Dünyaya adlarını duyuracak böylelikle herkesin onlardan korkmasını sağlayacaktı. Tüm bu ölümlüler onlar için çalışacakken onlar refah içinde olabilecekti. Herkese ailenin güç olduğunu öğütlüyorlardı. Mikealson Ailesi, gücün beden bulmuş haliydi.
Tepeden inerken atını yavaşlattı. Evine yaklaşmıştı. Bahçesine baktı. Dünya'daki her ülkeyi adım adım dolaşmıştı ve bir sürü evi olmuştu. Fakat en çok Mystic Falls'daki köşkünü seviyordu. Neden mi? Bahçesinde bulunan güllerden bile daha güzel olmasına rağmen onları büyüleyici bulan Caroline'e baktı. Onu bahçesinde bir kelebek gibi her çiçeğe ayrı ilgi gösterirken görünce yüzünde bir gülümseme belirdiğini fark etmemişti. Bu anı zihnine kazıdı. Küçük ahıra vardığında atından indi ve atını seyise emanet etti. Ellerini cebine sokarak geniş adımlarla Caroline'e yaklaştı.
Genç kız onun geldiğini hissetmişti. Başını kaldırdı ve gülümseyerek ona baktı. Klaus sanki onun abisi gibiydi. Her zaman düşünceli davranıyor ve küçük bir sıkıntı yaşasa bile yanında oluyordu. "Beni de atla gezdireceğine söz vermiştin." dedi eline aldığı gülü koklayarak.
Niklaus aradaki mesafeyi kapattı. Caroline onun ne yapacağını kestiremediğinden ona döndü. Niklaus elini Caroline'in pürüzsüz yanağına koydu. Caroline, Klaus'un soğuk olan tenine rağmen yanağının alev aldığını düşünmesiyle dudağını dişledi. Onun her zaman soğuk ve genç olmasının asıl nedenini biliyordu. On yaşından beri beraberlerdi, bu yüzden ondan korkmuyordu. Niklaus onun sıcacık cildini okşarken içinde hiçbir kötü düşünce ya da his barındırmıyordu. "Sword'a binemezsin. O çok tehlikeli." Caroline iç çekip yüzünü eğmesi ile elini kızın çenesine kaydırdı ve onu kendi gözüne bakması için zorladı. "İngiltere'den çok sağlıklı bir at getirttiriyorum. Bayılacaksın. Ve o tamamen sana ait olacak. "
Kızın mavi gözlerine kadar ulaşan o sevinci fark etti. "Cidden mi? Sadece bana mı ait olacak?" dedi genç kız büyük bir heyecanla. Niklaus onu başıyla onayladı. Olduğu yerde zıplamamak için kendini zar zor tutuyordu. Adamın elinden kurtulup arkaya döndü ve diğer çiçeklerle ilgilendi.
Onun bahçesini bu kadar güzel yapan genç Caroline'dı. Kendisinden çok ilgileniyordu onlarla. "Bazen," diye başladı adam sözüne, bahçesindeki banka otururken. Erkeksi bir şekilde bacak bacak üstüne attı. "Bu çiçekleri çok kıskanıyorum." diye itiraf etti. "Benden çok onlarla ilgileniyorsun."
Genç kız küçük bir kahkaha attı ve mavi güllere doğru ilerledi. En sevdikleri bu mavi güllerdi. Klaus'un gözlerinin rengine benziyordu renkleri. Adamın bunları dünyanın her bir köşesinden getirttiğini biliyordu. Klaus'un gezip görmediği yer kalmamıştı. Caroline onu kıskanıyordu. Mystic Falls'dan hiç ayrılmamıştı. Doğduğu andan beri buradaydı. Genç kız bir albüm oluşturmak istiyordu. Gideceği her yerde yiyeceği lezzetli yemeklerin, tanışacağı ilginç insanların, göreceği büyüleyici manzaraların, onu şaşırtacak değişik ve belki de tehlikeli hayvanların fotoğraflarını çekip bu albüme koymak istiyordu. Tüm bu düşüncelere kendini kaybeden Caroline eline küçük bir diken battığını birkaç dakika sonra fark etti. Dikeni elinden hızlıca çıkarmasıyla üç damla kanın yere düşmesi bir oldu. Şaşkınlıkla yere baktı. Parmağının yüzeyinde duran kanı küçük bir dil darbesi ile yok etti ve endişeyle Klaus'a döndü. Adamın rahatını bozmadan oturuyor olması kontrolünü kaybetmediğini gösteriyordu. Caroline mahçup bir şekilde gülümsedi. "Özür dilerim Klaus."
Niklaus, onun ipeksi sesini dinlerken huzurluydu. "Önemli değil, Caroline."
-richrockerbitch