2014
Bulutların arkasına saklanan güneş parlıyordu; ama aynı şeyi benim kalbim için söyleyemezdim. Zihnim kampüse git artık diye bağırıyordu ama vücudum yolladığım emirlere itaat etmiyordu. Koş diyordum bacaklarıma, hareket et. Fakat onlar itiraz ediyordu, daha bedenimi bile taşıyamıyorlardı ki. Görüşüm tekrar bulanıklaşınca kirpiklerimi hızlıca kırpamaya başladım. Göz yaşlarımın akmasına neden izin verdim bilmiyordum, belki daha düzgün görebilirdim. Bir adım daha atmaya zorladım kendimi, olmayınca yere çöktüm. Oflayarak gökyüzüne baktım ve burnumu çektim. Sanki bulutlarla güneş savaşıyordu. Birkaç dakika sonra bulutlar kazanmıştı. Etraf karardı. Ayağa kalkmaya çalıştım. Eve gitmem lazımdı. Nasıl böylesine yıkılmıştım? Niye bir canavar yüzünden böylesine mahvolmuştum?
Alnıma düşen damlayla bulutlara baktım. Kahretsin. Ayağa kalktım. Eve doğru yürümeye çalıştım. Daha yeni yeni adım atabilmeye başlamıştım ki yağmur damlaları bir kaya parçası kadar sert düşmeye başlamıştı. Islandım. Gözyaşlarım yağmur damlalarıyla karıştı. Saçlarım, üstümdeki Rebekah'nın kıyafetleri ağır gelmeye başladı.
Yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra kendimi annemin evinin kapısında buldum. Kapının yanındaki saksıdan yedek anahtarı aldım ve içeri girdim. İstemsiz olarak hapşurunca bir küfür savurdum. Hasta olacaktım. Ev sessizdi ve biraz da karanlık. Dikkatlice odama çıktım. Üstümdeki ıslak kıyafetleri hızlıca çıkarmaya çalıştım ama yapabildiğim tek şey kot pantolona ayağımı dolayıp düşmek oldu. Avuçlarımdan destek alarak doğruldum ve sulu gözlerim yüzünden bulanık olan görüşüme rağmen pantolonu çıkarmaya çalıştım. Üçüncü denemede başarınca emekleyerek gardrobuma gittim. Elime geçen ilk çamaşırları aldım ve üstümdekileri çıkardım. Heryerim sırılsıklam olmuştu. Uyumsuz çamaşırları yerde çıplak bedenime geçirdim. Tekrar emekleyerek yatağıma yöneldim ve yatağıma tırmandım. Pikeyle boğuştuktan sonra rahat bir pozisyon belirledim. Gözümü kapattım. Uyumak istiyordum, sonsuza kadar.
İçime dolan soğuk havayla istemsizce titredim. Üşüyordum. Ev ne ara bu kadar soğuk olmuştu? Hem ilkbaharda bu kadar soğuk olması ne kadar doğruydu? Kuzey kutbundaymışcasına titriyordum. Nerden biliyorsun Caroline? Sen Kuzey Kutbu'na bile gitmedin. Her yerim ağrıyordu, bu yüzden dolaptan yorgan çıkarıp üstüme örtmeye üşeniyordum. Titrerken birbirine çarpan dişlerimin sesleri tüm evi dolduruyordu. Keşke annem burada olsaydı.
Tekrar hapşurunca huzursuzlukla öbür tarafa döndüm. Gördüklerim karşısında gözlerim büyüdü. Cumartesi gecesi giydiğim elbisem bir kuru temizleme paketinin içinde koltuğumun üstünde duruyordu. Yerde ayakkabılarım ve elbisemin yanında çantam vardı. Onları buraya kim getirmişti? Üstüme o geceliği Klaus giydirdiğine göre eşyalarımı da o getirmişti belki? Titredim. Pikeye sarıldım ve uyumaya çalıştım. Belki ağrılarım geçerdi.
Öksürdüm. Gözlerimi açınca gördüğüm lacivert gözler yüzünden çığlığı bastım. Bu gerçek olabilir miydi? Halisülasyon görmek şu an en son istediğim şeydi.
Kollarımı sıkarak beni durdurdu. "Yanıyorsun." Yanıyor muyum? Üşüyorum be ben burada! Pikeyi kavrayınca ne yapacağını anlamadım. Bir anda pembe pikemi çekince tekrar çığlık attım. "Caroline sus! Eğer bir kez daha bağırırsan o güzel dilini dişlerimle koparırım." Iyy! Yüzümü buruşturunca alayla gülümsedi ve sivri vampir dişlerini gösterdi. Korkutucu, büyük ve cidden sivriydi. Ellerimi bedenime doladım sanki bu beni çıplak görmesini engelleyecekmiş gibi. "İşte böyle," Beni kaldırdı. Nereye gidiyorduk? Sormaya korkuyordum. Sesimi çıkarırsam beni cidden öldürürdü. "Bak, şu an o kadar güzel duruyorsun ki." Çıplağım, tabii güzel olduğumu söyler! "Hayır, hayır. Çıplak olduğun için değil. Sessiz olduğun için." Soru sorarcasına kaşımı kaldırdım. Beni soğuk duvara yasladı ve önümde eğilip pantolonlarımdan birini giydirdi bana. Bir anda kaybolup geri geldiğinde elindeki tişörtü kafamdan geçirmeye çalıştı. Beni kucağına aldı ve "Sıkı tutun." dedi. Hızla ellerimi boynuna doladım. Etrafımda hissettim rüzgarla ona daha sıkı sarıldım ve gözlerimi yumdum. Biraz sonra gözlerimi açtığımda bir banyodaydık. Tanıdık geliyordu ama kesinlikle benim banyom değildi. Öksürdüm. Tişörtümü çıkarmaya çalıştı. Onu tüm gücümle ittirdim ama bir milim bile oynamadı yerinden.
Tişörtümü çıkardı ve yere attı. Pantolonuma uzanınca bileğini tuttum. "N-Ne yapıyorsun?" Titremekten daha doğru düzgün konuşamıyordum bile. Cevap vermedi ve pantolonumu da çıkardı. Beni bırakırsa düşeceğimi biliyordu, bu yüzden belimi kavradı. Uzanıp bir musluğu açtı ve büyük küvetin suyla dolmasını sağladı.
"Seni suya sokmamız gerekiyor. Hastasın." Küvet hızla dolunca musluğu kapadı ve beni daha deminki gibi kaldırıp küvete bıraktı. Tanrım, bu su buz gibi! Bir inleme fırladı dudaklarımdan. "Vücut ısını normale döndürmemiz gerek." Sesinde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Benimle sanki robotmuş gibi konuşuyordu.
Kollarımı bedenime sardım ve kendimi sıkarak titrememeye çalıştım. İşe yaramayınca bir küfür savurdum. Klaus'un kaşları çatıldı. Arkasını dönünce gideceğini anladım. Tanrı aşkına nerede olduğumu bilmiyordum ve bu adam beni bırıp gidecek miydi bu hasta halimle? Hızla elini tuttum. "G-Gitme."
Bana döndü ve dizlerinin üstüne çöktü. Diğer eliyle saçımı okşadı. "Merak etme, buradayım. Sadece sana biraz çorba hazırlamaya gidecektim. İyi gelir." İçten gülümsemesi içimi ısıttı ama titrememe engel olamadı. Gidebilmesi için elimi çektim. Bir süre bana baktıktan sonra bir anda kayboldu. Kocaman küvetin içinde kaybolan küçücük bedenimi rahat ettirmeye çalıştım.
Bir kaç dakika sonra Klaus banyoya girdi ve dolapların birinden havlu çıkardı. Havluyu kenara koydu ve gelip beni kucağına aldı. Yüzüme bile bakmıyordu. Havluyu vücuduma sardı ve beni banyodan çıkardı. Sabah uyandığım odadaydım. Beni yatağa bıraktı ve "Şunları giyin." dedi. Yatağın üstünde çamaşırlar ve kalın kıyafetler vardı. "Birazdan gelirim." Odadan çıkınca üstümdeki ıslak çamaşırlardan kurtuldum ve yenilerini giyindim. Üstümü giyindikten hemen sonra Klaus elinde bir tepsi ile odaya girdi. Dumanı tüten çorbanın mis gibi kokusunun tüm odayı doldurması uzun sürmedi. Yanıma oturdu. Kaşığa biraz çorba doldurdu ve bana içirmeye başladı. Tanrım, kendimi pasaklı bir küçük çocuk gibi hissediyordum. Ona kaçamak bir bakış attığımda gülümsediğini fark ettim. Çorba bitince tepsiyi masaya koydu ve yanıma geldi. "Uyumak ister misin?"
Onu başımla onaylayınca beni yatırdı. Gitmek üzere döndü ama dudaklarımın arasından fırlayan sözcüklerle durdu. "Benimle uyur musun? Lütfen." Geri dönüp yatağa yattı. Ben kocaman yatağın bir tarafında yatıyordum, o ise diğer tarafında yatıyordu. Ona yaklaştım. Tıpkı içimden geldiği gibi ona sarıldım ve öyle uyumaya çalıştım. Kasılan bedenini parmaklarımın altında hissedebiliyordum.