Korku, biz insanlara zayıflık olarak öğretildi ama yanlıştı. Korku insanı insan yapan, ona yaşadığını hatırlatan en büyük duygulardan birisidir.
Gece vakti arabama binmiş, daha önce hiç görmediğim tek şeritli bir orman yolunda ilerliyordum. İyi ama nereye gidiyordum ben böyle?
Gittiğim yol başta olmak üzere çevremdekileri dikkatlice incelemeye başladım.
Üstünde bulunduğum yol asfalttı ve yeni dökülmüş gibiydi. Bu, yolun seyrek kullanıldığını düşünmeme neden olmuştu.
Kafamı asfalttan kaldırdım. Frene hafif bir şekilde basıp hızımı ikinci vites düzeyine düşürdüm ve kara çarşafını giyinmiş gökyüzüne baktım.
Bu gece, geçen bir kaç geceye nazaran daha fazla yıldıza ev sahipliği yapıyordu gökyüzü.
Ama parlayan yıldız sayısı azalmıştı sanki. Bu da bana küçük Yiğit'i hatırlatmıştı.Küçük Yiğit yıldızları çok severdi ve sürekli onlarla ilgili bir şeyler paylaşırdı benimle. Onlar üzerinden örnekler vererek hayatı, insanları anlatırdı bana. Ve yine o güzel günlerden birinde ömrümün sonuna kadar unutamayacağım şu sözü söylemişti:
"Ve gökyüzü adalet dağıttı.
Kötü insanları sönük yıldızlara hapsetti, iyi insanları ise aydınlık ile ödüllendirdi. Onlara parlak yıldızları bahşetti."Onun ütopyasında imkansız diye bir şey yoktu ve ben bilim ne söylerse söylesin, yine de onun dediklerini mantıklı buluyordum. Haklıydı çünkü, kötü insanlar arttıkça sönük yıldızlar da çoğalıyordu. İyi insanlar ise azalmıştı, tıpkı parlak yıldızlar gibi...
Dünya bu kadar kötü insanla, iyi insanlar olmadan nasıl baş edecekti? Gerçi edemiyordu da zaten. Her geçen saniye yaşlanıyor, yıpranıyor ve yıkılıyordu. Altın Oran üzerine kurulan mükemmel düzen, kendini mükemmel sanan insanlar tarafından bozuluyordu.
Zihnim olanların farkına vardı ve beni daldığım düşüncelerden çekip çıkardı.
İçime kötü şeyler doğmaya başlamıştı.Orman o kadar karanlıktı ki, gökyüzünde asılı duran dolunay dahi el mahkum beni izlemekten başka bir şey yapamıyordu, aydınlatamıyordu önümü.
Elimi, direksiyonun sol altında bulunan far açma koluna götürdüm ve açık olan farları kısa mesafeden uzun mesafeye çevirdim. Ama çok bir şey fark etmemişti. Gerilemeye başlamıştım. Zifiri karanlıkta araba sürmek pek mantıklı bir hareket değildi. Bunu bilmeme rağmen yola çıkmış olmamın nedeninin ne olduğunu düşünmeden edemiyordum.
Yarım kilometre mesafe kat ettikten sonra, direksiyonun arkasındaki ibrelerin bulunduğu ekranda, henüz yeni yanıp sönmeye başlayan kırmızı bir uyarı ışığı dikkatimi çekti.
Sol elimle direksiyonu tutarken, sağ elimi kaldırıp bir tokat indirdim direksiyonun ortasına. Farkında olmadan kornanın çalmasına sebep olmuştum.
"Allah kahretsin!" dedim. "Benzinim bitiyor. Tamam sakin olmalıyım."
Yavaş yavaş nefes alıp vererek ne yapmam gerektiği hakkında bir şeyler düşünmeye çalıştım. Bir kaç saniye sonra, buldum, dedim sadece dudaklarımı oynatarak.
Kafamın üzerinde bir ampul yandığını hayal etmem yüzümde oluşan tebessüme sebep olmuştu. Hayal gücüme hayran kalacaktım ama bu işi başka bir zamana ertelemem lazımdı.
Telefonum gelmişti aklıma. Heyecanla kafamı kaldırıp dikiz aynasından arkamdaki orta koltuğa baktım. Montum ve siyah renkli, büyük beyaz taşlarla süslenmiş çantam her zaman ki gibi oradaydı. Rahatladığımı hissettim ve derin bir oh çektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİKAM YEMİNİ
Mystery / ThrillerTÜM HAKLARI SAKLIDIR © "Ölüm, bedenin uykusu ruhun özgürlüğüdür. " ------ İçlerinde vuku bulan duygular arasında ezilip giden hayaller ve onların bi çare, mahçup ve mahzun olan mazlum dostları... Acı, kaybetme ve olgunluk arasında, acımasız hayatın...