Merhaba arkadaşlar. Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. İyi okumalar. ☺
Bir metrekarelik mezar çukuruna rahatlıkla girebilecek, canım sıkıldığında sağa veya sola hiç zorlanmadan dönebilecek yaştaydım. Dokuz yaşında. Saçma sapan sorular sorabilecek, çılgınlar gibi ip atlayıp evcilik oyununda anne olabileceğim, dondurma için ağlayabileceğim yaşta. Kısa süre önce yerini boş çukurların aldığı süt dişlerimi büyük bir matem havasında uğurladıktan sonra ani bir duygu değişimi ile karşıladığım tabiri caizse; kaplumbağa hızında çıkan yeni dişlerimin bulunduğu küçük yüzümün ufacık hatlarına işlemiş, akranlarıma nazaran gözeneklerim tıkanmış; olgunluk ve yalnızlıkla...
Çocuk dışında her şey oldum ben; iyi bir arkadaş, sıkı bir dost, sağlam bir sırdaş sonra da katil. Evet katil...
Önce toz pembe hayallerimi öldürerek işledim ilk cinayetimi. Pembe panjurlu müstakil bir evim, yanında yeşil bir Vosvos ve içinde direksiyonla oynayan, büyümek için sabırsızlanan bir çocuk; benim oğlum. İsmi ise Umut. Benim umudum. Yanında babası var lakin sırtı bana dönük çünkü kim olduğu umrumda değil. Adam olması kafi ! Umut'umun dedesi (benim babam) gibi evladını yurt köşelerine atacak bir karaktersiz değil; adam gibi adam, yüzünün şekli veya kaslarının çokluğu lüzumsuz!
Mecbur kaldım. Öldürmem gerekti ve gözümü hiç kırpmadan öldürdüm toz pembe hayallerimi, içinde Umut'um da vardı. Bir tek onun için kor oldu yandı küçük, küçücük yüreğim tabii o da uzun sürmedi. İzin vermedim çünkü biliyorum biraz daha üzülseydim hayallerim yalnız başına ölmeyecekti, kurunun yanında yanan yaş ben olacaktım. O zaman kim toplardı ki küllerimizi bir bütünken hiçbir halta yaramamış, bari rüzgarın azizliğine uğramasın diye? Biz zaten yalnızdık!
İnsan, elinde bulunan ve değeri paha biçilemez olan son değerli şeyini kaybedince güçleniyor çünkü; artık kendisinden başka kaybedeceği kimsesi kalmıyor. İşte benimde öyledi; taki Yiğit'i tanıyana kadar.
Kalbi de en az yüzü kadar temiz, çocuk yaşta olgunluğun patentini almış koca yürekli bu adam şimdi karşımda oturmuş olanları anlamaya çalışıyordu; tıpkı benim yaptığım gibi. Şayet Fatih elinden geleni yapıyor; ikimizi de merak içinde bırakıp, zihinlerimizi kemiren soruları cevaplandırmıyordu.
Pespaye Cahit köpeğinin şanına layık bir biçimde; hayvanlar gibi öldürülmesinden bahsetmişti. Bir de katil ile olan bağlantısından. Zor olan ise katil ile Cahit arasında kuramadığımız, mantığa tamamen ters gelen bağlantının 'henüz görmediğimiz' deliller ile ispatlanması veyahut yakın bir ilişki tespiti yapılması. Bu, eskiden çocukların oynadığı sıcak soğuk oynunu anımsattı bana; tamamen söyleyen kişiye ve kurduğu bağlantıya bağlı, önemli olan ise söylenen mantıksız dahi olsa inanmamak için sebebinin olmaması. Bir nevi alışılmış çaresizlik. Her insanda olan ve yapacağı işe bir sıfır yenik başlamaya sebebiyet veren bir duygu. Ama ben inanmak istemiyordum çünkü; Cahit'in katilini tanıyor, daha doğrusu tahmin edebiliyordum.
Eğer deliller ve kurulan bağlantı mantıklı ise işte o zaman; balıklar uçabilir, kuşlar yüzebilir, antiloplar aslan yiyebilir ben ise on üç sıfır yenik başladığım bu hayata ve kutsal amacımıza; katile ulaşmaya, iyi veya kötü, yaklaşmışken kedere boğulabilirdim. Tamam, temeli çürümüş, zeminini böcekler istila etmiş, içi rutubetli, damı hasarlı; harabeden farksız bir hayatım vardı lakin bana sıkıntı vercek olan tek şey; Cahit'in katiliydi.
Sıkılmamıza ramak kalmıştı ki bizi daha fazla bekleterek oturduğumuz yerde onlarca soru işareti altında ezilmemizi istemeyen kaslı ve yakışıklı çocuk Fatih, uzun ve kalın parmakları arasında tuttuğu zarfı bana uzattı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İNTİKAM YEMİNİ
Mystery / ThrillerTÜM HAKLARI SAKLIDIR © "Ölüm, bedenin uykusu ruhun özgürlüğüdür. " ------ İçlerinde vuku bulan duygular arasında ezilip giden hayaller ve onların bi çare, mahçup ve mahzun olan mazlum dostları... Acı, kaybetme ve olgunluk arasında, acımasız hayatın...