Bölüm5: Esaret..

243 11 4
                                    

Arkadaşlar okuyan ve beğenen herkese teşekkürler. Ama lütfen Votelerinizi ve yorumlarınızı esirgemeyin. Siz eleştirdikçe hatalarımızı düzeltebiliriz.. :) Umarım beğenirsiniz sizi çoook seviyoruz..

Miranda 

1920 (İtalya, Como gölü )

''Bradd şunu görmelisin!''  diye bağırmıştım. Bir elimde pembe ve dantelli şemsiyemi tutarken bir yandanda gölde ki balıkları gösteriyordum. Pembe tüylü şapkam ve hafif pudra rengi olan elbisem, sarı dalgalı saçlarımla tam bir bütünlük içindeydi. Bradd Mavi takım elbisesiyle çok şıktı. Kafasındaki siyah uzun şapka ve uzattığı bıyıkları onu tam bir beyefendi yapmıştı. Beni elimden tuttu ve bir sandala bindirdi. Yüzüne vuran güneş ışınları onu sevimli kılıyordu. Karnımızı daha yeni doyurmuştuk ve bayağı yorgunduk. Bradd bir şarkı mırıldanmaya başladı.. Sesi  gölün uyandırdığı yankıyla birlikte  kulağa çok hoş geliyordu. Onu dinlerken ne yaptığımın farkında değildim sanki. Bir anda durdu ve 

''Ne? Kötümü söylüyorum yoksa? ''

''Ah saçmala! Ben..  Ben sadece dalmışım.''

''Hayatım.. Yaşama sebebim .. Anlat bana ne oldu?''

''Yok..Yok bişey.. Sana katılabilirmiyim?''

''Oh tabiki..'' 

Ve güneş ışıklarıyla birlikte, gölün serinliği eşliğinde şarkı söylemeye başladık.. 

''Bundan sonra bu bizim şarkımız olsun hayatım'' dedi. Başımı olumlu yönde salladım ve ''The honeysuckle Bee'' sonsuzadek bizim şarkımız olarak kalması için birbirimize söz verdik. Sakin ve berrak olan gölde hiçbirzaman unutamayacağım bir gün geçirmiştim.. Mutlak aşkımla..

2014 (Atlanta America)

Arabayı Alexin seçtiği bir otelin önüne park etmemle Alexin kendini dışarı atması bir oldu. Aklım Bradd teydi. Acaba ölmüşmüydü. Biliyorum o taş gibi olan kalbine kazığı saplamıştım ama küçük yaşlarda bir büyücüyle yaşadığını yeni hatırlıyordum. Ah.. Lanet olsun.. Eğer daha önce hatırlamış olsaydım kazığa zehir sürerdim. Aklımdan bu düşünceler sel gibi akıp geçip geçerken Dean ın beni dürtmesiye irkildim.

''Heey! Mia geldik!''

''Ah şey ben dalmışım.. Kusura bakma''  buna benzer bir konuşma sanki daha önce geçmişti ama tam olarak hatırlamıyordum. Arabadan indim ve bavulumu alıp otele doğru yürümeye başladım.

''Sana nasıl yetişeceğimi bilmiyorum Mia!''

''Hızlı olabilrsin'' dedim ve pis pis sırıttım. Siyah Jean pantolonum, beyaz atletim ve siyah deri ceketimle sarı fönlü saçlarım gayet iyi görünüyordu. Alex i kapıda resepsiyonda gördüm. Adamın tekini kravatından tutmuş sinsi sinsi asansöre götürüyordu. Aklından geçenleri okumaya çalıştım ve lanet olsunki okudum. Küçücük otelde bir tane asansör vardı ve hızlıca merdivenlere yöneldim.  Alex in sesini duyduğum kata çıktım ve tamda odaya girerlerken yakaladım. onu her nekadar uyarsamda dinlemedi.. Bir anda asansör bu kata geldi ve içerisinde bana çok tanıdık gelen bir şarkı çalıyordu. E-evet bu.. bu ''The hunneysuckle Bee'' ydi. ''Bizim şarkımızdı''. Fazla umursamadım ve Alexin tarif ettiği odaya çıktım. Odalar iç içeydi ve Deanla yan yana kalıyorduk. Buna üzülsemmi sevinsemmi bilemedim aslında. Alex o aptal ağazını yine açmıştı ve Dean ın benden hoşlandığını söylemişti.  Yani saçmalık bu. Olası bile değil..  evet ben belki biraz hoşlanıyor olabilirim ama..Aklım gerçekten çok karışık.. Herneyse aşşağıya inmemle Dean ın kızgın surat ifadesiyle karşılaşmam bir oldu.

''Nerde kaldın? Akşam yemeklerimiz gitti işte lanet olsun''

''Hey sakin ol! yenisini buluruz'' dedim ve masumca sırıttım. Saçımı dün fönlemiştim ve bozulmamış olması gerçekten bir amucizeydi. Alex herzaman Atlantanın hayalini kurmuştu. Sanırsam yarın sabah ''Yeni okulumuza'' Yazılıcaktık. Dışarıda bir grup genç bize doğru gelmeye başladı.

''Hey selam çocuklar.. Siz yenimisiniz?'' diye sordu. Dean le pis pis sırıttık ve

''Evet'' diyerek yanıt verdim.

''Hey bakın biz şurdaki liseye gidiyoruz. Ailenize burayı gösterebilirsiniz. Ah nekadar aptalım ben George'' Elini özellikle bana uzatmıştı. Sarı saçları çok sevimliydi ve gözleri aynı zümrütü andırıyordu. 

''Miranda'' diye karşılık verdim ve yine pis pis sırıttım.

''Hey bunlar, Stephan, Sam, Emma ve Ginger'' 

Dean bana inat ''Selam kızlar'' dedi ve ''Ben Dean'' diyerek ekledi. Ayrıca pişmiş kelle gibi sırıtıyordu. Kızlar Dean ı -birşey göstermek- adına yanlarına çağırdılar ve hemen uzaklaştılar.

Sam ve George bana doğru yaklaşıp

''İstersen sana burayı gezdirebiliriz'' diye bir teklifte bulundular. Bir algı seziyordum. Bizi dinliyordu. Bunun Dean olduğunu biliyordum daha doğrusu hissediyordum ve eğer bizi dinlemese kesinlikle reddedicektim.

''Oh tabii neden olmasın''

Sam beni baştan aşşaığıya süzerken George birşeyler anlatıyor ayağına yatıp elimi tutmaya çalışıyordu. Hiç şüphesiz küçük çocuk gibilerdi.

''George.. Aslında sana söylemek istediğim bir şey var.. Sam, izin verirsen arkadaşını biraz çalmak istiyorum'' Sam, George a manalı bir bakış attı ve ''Ah aslında benim gitmem gerek.. Malum annem bekliyor''

BEBEK! diye bağırıp kahkaha atmak için neler vermezdim ama olmayınca olmuyot bazen.. George yi bir ara sokağa çektim ve bir duvara yasladım. boynuna yaklaştım ve sessizce ''Teşekkürler minik George'' dedim. Ardından vahşice boynunu ısırdım. Zehrimi salgılamıyordum çünkü onu lanetlemek gibi bir düşüncem yoktu. En nihayetinde kendimi durdurabilmiştim. Ben vampirdim ve kurallara uymamı gerektiren hiçbir belge yoktu elimde. Bu yüzden ona yavaşça fısıldadım. ''Burada hiçbir şey olmadı. Seni ben ve Sam bu caddeyi gezdik ve evlere dağıldık! Anlaştıkmı? '' İlk kez zorlama büyüsü yapmıyordum. Ayrıca hepsindede başarılı olmuştum. Açlık başımı döndürüyordu ve bu bana ilaç gibi gelmişti. Keşke.. Keşke bu lanetten kurtulabilsek.. Normal insanlar gibi hayatımızı yaşayıp sevdiklerimizle ölebilsek.. Ama sanki bir güç ruhumuzu bu bedenler altında esarete hapsediyor. Açlıkla acı çektiriyor. Biz insan değiliz.. Kesinlikle değiliz ve Bizim gibi canavarların Atlantaya gelmesi büyük şanssızlık.. Güle güle Şeker şehir.. Burası artık VAMPİRlere ait..

Vampire CityHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin