19. Bölüm - Biz seninle imkânsız bile değiliz -

4.2K 339 459
                                    

Yüz üstü uzandığım yatakta kendimi sıkmamak için verdiğim savaş, ne yazık ki kaslarımı yırtarak batan iğne yüzünden hemen bitmişti. Kalçama dağılan ilaç yüzünden çığlığımı tutamamış ve yeniden ağlamaya başlamıştım. Sanki şırınganın ucundan akan ilaç damarıma boşalmak yerine kaslarımın arasında fütursuzca dolaşıyordu. Üstelik canım çok fazla yanıyordu!

"Yanlış yapıyorsun Baekhyun. Çıkar hemen!"

"Kıpırdama! Az kaldı." İğnenin derimden çıkardığı takırtılar ile Baekhyun'un uyarısı aynı anda gelmişti. Ancak ben ağlamaya yine de devam ediyordum. Belden aşağımın sağ tarafı felç geçiriyormuşçasına ağrıyor ve ağlamamı daha da şiddetlendirmeme sebep oluyordu.

Bir haftadır aralıksız olarak her gün yaptırmak zorunda olduğum iğneler kalça kaslarımı germişti, bu da ne yazık ki yapılan her iğnenin bir öncekine oranla daha çok ağrımasına sebep oluyordu.

"Ah, ağlama artık Luhan. Üzgünüm ama hem senin, hem de yeğenimin sağlığı için bu iğneleri yapmak zorundayım."

"Hayır ağlayacağım! Ne kadar ağrıttığını biliyor musun?" Küçük bir çocuk gibi kolum ile gözlerimi ovalarken bir yandan da akan burnumu çekiyordum. Gerçekten ama gerçekten çok fazla acıtıyordu! Sanki bütün bedenim felç geçiriyordu ve ben inatla bedensel acılarımı hissetmeye devam ediyordum. Eğer bebeğim için gerekli olmasaydı hiçbir güç beni her sabah bu mavi sedyeye yatırıp felç etkisi yaratan iğneleri yaptırtamazdı.

Sehun'un hayatıma en acı darbeyi somut bir şekilde indirdiği günün gecesi kendisi tek kelime dahi etme girişiminde bulunmadan çekip gitmişti. Önceleri gitmesinin en doğru karar olduğunu düşünsem de birkaç saniye içinde karnımda oluşan sert kasılmalar, onun yanımda kalıp bana yardım etmesi gerektiğini hissettirmişti. O korkunç dakikalar yeniden gözlerimin önünde belirdiğinde hızla kafamı iki yana salladım ve bu defa daha şiddetli bir şekilde ağlamaya başladım. Bir daha kesinlikle, o anı yaşamak istemiyordum. Verdiği acıdan ziyade tüm o sancılara ağır basan kaybetme korkusu, en çekilmez olanıydı. Daha önce çok şey kaybetmiştim lakin bu, hepsinden daha kötü ve boğucu olandı.

İnsanın, daha doğrusu bir anne yahut babanın kendi canından, kanından olan evladını kaybetmesi, bu duyguyu bütün iliklerine kadar hissetmesi ama inatla da yaşamaya devam etmesi; sanırım en berbat olanı buydu.

"Bu kadar içli ağlatacak kadar da ağrımamıştır ama. Luhan, korkutuyorsun beni, kendine gel lütfen." Baekhyun'un endişeli ses tonunu duyduğumda yanaklarım ellerini tarafından hapsedilmiş. O, yanaklarımdan düşen yaşları silmeye çalıştıkça yenileri ekleniyordu ve ben, her ne kadar derin nefesler alarak sakinleşmeye çalışsam da bunu başaramıyordum.

Baekhyun'a cevap vermeyi es geçip kollarımı sıkıca boynuna doladım. Bir haftanın suskunluğu ve ağırlığını, alnımı yasladığım omuza gözyaşlarım aracılığıyla boşaltarak biraz olsun hafifleyebilmeyi denedim. En azından bunu başarabileceğimi umdum.

. . .

"Sunumu senin yerine başkası yapamaz mı? Biliyorsun, verdiğim bu rapor sayesin de bebek doğana kadar izinli sayılırsın." Baekhyun elimde ki taslak çıktısını almaya çalışırken bir yanda da homurdanmaya devam ediyordu. Ağlama krizimi nihayet geride bırakmış ve biraz olsun rahatlamıştım.

Şirkete verilen süre bugün bitiyordu bu yüzden de acilen çıkıp toplantıya yetişmem, tasarladığımız oyunun olabilirliğini kanıtlamam gerekiyordu. Tabii Baekhyun'un elinden kurtulabilirsem.

"Hayır, yapamaz. Müdür benim, bu sunumu benim yapmam gerek Baekhyun, saçmalama. Sana söz veriyorum toplantı biter bitmez eve gidip söylediğin gibi dinleneceğim."

MissingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin