"Hey, çocuk!" Yoongi yeniden genç oğlanın kolunu dürttü. "Dangalak!" Jungkook'tan ses soluk çıkmayınca sesini yükseltti, "Jungkook!" Yoongi derin bir nefes aldı ve tüm gücüyle kornaya bastı. Jungkook anında başını yasladığı camdan kaldırdı ve gözleri kısık, uyuşuk bir şekilde söylendi, "Bana mı seslendin hyung?" Yoongi inanmayarak çocuğa döndü ve alayla konuştu, "Yoo, olduğum yerde uzunca korna çalmayı seviyorum zevk veriyor."
Jungkook anlamayarak abisine baktı. İkiside yüzlerini buruşturmuş birbirlerine bakıyordu. Fakat biri alayla, biri ise hâlâ uyanamamış uyuşuk bir şekildeydi. Jungkook'un gözleri hafif kaymaya başladığında Yoongi yeniden kornaya bastı. Bu 'hadi in' demekti. Jungkook aniden yerinde zıpladı, "Ha tamam,tamam.." fısıltıyla konuştu ve sallana sallana arabadan indi. Yoongi, başını camdan uzatıp saçlarını karıştırarak yürüyen çocuğa baktı ve söylendi, "Ergen.." gaza bastı ve yoluna devam etti.
Jungkook ise hâlâ uyanamamanın acısı ile eve girdi. Saçlarını birbirine karışmış ve kabarmıştı. Dudakları şişmiş, kaşları çatık bir şekilde kendini koltuğa attı. Atölyeden gelirken uyumuştu. Hangi ara uyuduğunu da bilmiyordu. En son camdan dışarı bakıp Taehyung ile hayaller kuruyordu.
Jungkook onu düşünürken yanaklarının yandığını hissetti. Bugün gereğinden fazla utanmıştı. Fakat elinde değildi, kendini durduramıyordu. Sevdiği adam onu sevdiğini öğrenmiş olabilirdi. Jungkook bunu düşündükçe deliye dönüyordu. Yerin dibine girmek istiyordu. Bunun tek sebebi utanması değildi. Aynı zamanda korkuyordu, hem de deli gibi.
Onun, ters tepki vereceğinden, umursamayacağından veya garipseyip kendisinden uzaklaşmasından korkuyordu. Zaten yeterince yakın değillerdi. Tam yakınlaşırken bir anda onu kaybetmekten korkuyordu. Gözlerinin yavaş yavaş yandığını hissedince yanında ki yastığı aldı ve yüzüne bastırdı. Sinirini,üzüntüsünü ve şaşkınlığını yok etmek için çığlık atmak istiyordu. Kendini yastığa daha çok bastırırken ablasının mırıltısını işitti.
"Jungkook?" Jungkook yastığı yüzünden attı ve yerinde doğruldu. Ablasının yüzünü gördüğünde yutkundu. İçinde biriktirdiği üzüntü ablasını gördüğünde ikiye katlandı. Ablası üzerine mavi uzun bir tişört giymişti. Eskiden bu tişört üzerine tam otururken şimdi sanki kendinden büyük birinin tişörtünü giymiş gibi duruyordu. Kız öylesine zayıflamıştı ki kollarını sıksan kırılacaktı.
Bunun yanında zaten beyaz olan teni daha da solmuş, bir ölüyü andırıyordu. Saçları birbirine girmiş, boş bakışlar ile kardeşini süzüyordu. Kız gerçekten çökmüş bir haldeydi.
Jungkook ablasına zorla gülümsedi, "Gel abla yanıma." bacaklarını kendisine çekti ve ablasına yer açtı. Ablası, küçük kardeşinin yanına geldi ve kendini koltuğa bıraktı. Jungkook gülümsedi ve ablasının soğuk elini tuttu, konuştu, "Bugün neler yaptın?" sesini neşeli tutmaya çalışıyordu. Ablası minik bir gülümseme bıraktı ve mırıldandı, "Sadece-" sertçe öksürdü ve devam etti, "Sadece uyudum." Jungkook ablası her öksürdüğünde kalbinin bin parçaya ayrıldığını hissediyordu. Ablası onun canıydı, onun kalbiydi, her şeyiydi.
Yaklaşık bir yıl önce, ablası gayet mutluydu. Hatta hayatınızda görebileceğiniz en neşeli insan olabilirdi. Ancak bu hali, en yakın arkadaşının gözleri önünde ölmesine kadar sürdü. Aslında en yakın arkadaşım dese bile kalbinin derinliklerinde arkadaş kelimesi sadece bir yalandı. Ablası aşkı ilk onun ile tanımıştı. Aşkını saklamak zorunda kalmıştı devamlı. Çünkü bazı şeyleri itiraf etmek gerçekten çok zordu. Bazen aşkı öyle bir noktaya gelirdi ki karşısındakini saatlerce öpmek isterdi. Onu her zaman öpmek istemişti. Zavallı kızın tek istediği ona bir kez olsun sarılmak ve kokusunu içine çekmekti, sevdiği adamın denizden çıkan cesedi izlemek değil.
"Dışarı çıkmak ister misin? Biraz hava alırız?" Jungkook büyük bir beklenti ile sordu. Cevabı gayet iyi biliyordu fakat yine de minik bir umut ile soruyordu, "Çıkmasak Jungkook?" ablası solgun yüzünü kardeşine çevirdi ve yorgunca ona baktı. Jungkook derin bir nefes aldı ve gözlerini ellerine çevirdi. Ablasının zayıf elini daha iyi kavradı ve yavaşça okşadı, "Ben çıkmak istiyorum." Jungkook kararlı bir ses tonu ile konuştu ve ablasına baktı. Ablası hafifçe ofladı, "Bak daha sonra-" Jungkook hemen sözünü kesti, "Hayır abla, hayır. Şimdi dışarı çıkacağız. Bunun daha sonrası yok. Acılarımızı erteleyemeyiz fakat onu dindirebiliriz değil mi? Lütfen bu sefer beni dinle." Jungkook çatılmış kaşlarını düzeltti ve kendisine şaşkınca bakan ablasına uzandı. Kızın siyah saçlarını alnından geriye itti ve alnına minik bir öpücük bıraktı ve fısıldadı, "Buna ikimizin de ihtiyacı var."
Ablası başını usulca salladı ve kardeşine baktı. Kardeşinin yanaklarını kavradı ve hafifçe sıktı, "Minik Jungkook'um.." gözleri dolmuştu ve sesi titriyordu. Jungkook güzel ablasına gülümsedi, "Hadi hazırlanalım." Jungkook ayaklandı ve peşinden ablası kalktı. İkisi de montlarını giydiler ve ayakkabılarını almak için eğildiler.
Yaklaşık beş dakika sonra binadan çıktılar. Ablası yüzüne çarpan hava ile derin bir nefes aldı. Jungkook gözlerini ablasının gözleri ile buluşturduğunda gülümsedi ve onu kollarının arasına aldı.
İşte tam bu anlarda birbirlerine ihtiyaçları vardı. Özellikle ablası, Jungkook'a ihtiyacı vardı.
Sadece ay ışığı ile aydınlanan boş sokakta sallana sallana yürümeye başladılar.
-
Taehyung gülerek kendini eve attı. Kardeşinin komik esprileri onu çok eğlendiriyordu. Tüm aile bireyleri eve girdiğinde Taehyung kapıyı kapattı ve koltuğa doğru yürüdü. Rahat gözüken koltuğa tam uzanacakken yaramaz kardeşi ondan önce kendini koltuğa attı. Taehyung yapmacık bir sinir ile ona baktı ve yerinde tepindi. Kardeşi onun bu haline gülerken Taehyung anlattı, "Çok yaramazsın!"
Kardeşi güldü, "Hayır değilim. Sen çok yavaşsın, yarım saate bir koltuğa oturamadın." Taehyung gözlerini kıstı ve küçük kıza baktı, "Demek yavaş olmamdan şikayetçisin? O zaman bunu da yavaş yapacağım." Taehyung kollarını yavaş yavaş kıza uzattı. Kız anlamayarak koltuğa daha fazla sindi. Taehyung bir anda kızın göbeğini gıdıklamaya başladı. Küçük kız çığlık çığlığa gülüyordu.
Taehyung biraz daha gıdıkladıktan sonra geri çekildi, "Sensin yavaş." güldü ve odasına doğru ilerledi. Çok yorulmuştu şuan oyun oynayacak hali yoktu.
Odasına çekildiğinde üzerinde ki hırkayı çıkardı ve yatağının üzerine attı. Odası çok dağınıktı. Toplamak istiyordu çünkü bunalıyordu fakat öte yandan son derece üşeniyordu.
Omuz silkti ve yatağına uzandı. Ciddi anlamda yorgundu, hiçbir şey yapamazdı. Yatakta uzanırken gözü masasına takıldı. Gördüğü defter ile yutkundu ve gerildi.
İster istemez ayaklandı ve masasına doğru yürüdü. Defteri eline aldı ve bir kaç sayfayı çevirdi. Gördükleri çizimler ile gülümsedi ve sayfayı elledi. Neden bunu yapıyordu kendisi de bilmiyordu. Fakat anlamadığı bir şekilde yazanlar ile kalbi hızlanıyordu. Gülümsemesi aklına gelen düşünceler ile soldu. Defteri anında masaya geri bıraktı ve ellerini saçlarına götürüp karıştırmaya başladı.
Kendisini suçlu hissediyordu. Kendisine ait olmayan bir eşyayı almıştı. Üstüne utanmadan okuyordu.
Taehyung tüm vücudunun kasıldığını hissetti. Suçluluk duygusu, dudaklarını kemirmesine neden oluyordu. Derin bir nefes alıp başını iki yana salladı. Şuan bunu düşünmek istemiyordu, daha sonra bir çaresini bulacaktı.
Kendini yatağına attı gözlerini sıkıca kapattı. Şuan tek istediği güzel bir rüya görmek ve yarına güzel başlamaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Opere D'arte : Taekook
Fanfiction-Taehyung işitme engelli bir genç, Jungkook her şeye rağmen onun peşinden giden aşık. "Ateşe düşmeden son kez sarılmama izin ver sevgilim. Öyle bir sarılayım ki sana bu son geceymiş gibi. Bu gece kanatlarını sadece bana sar ki huzurla düşler ülke...