Tenimi yakan rüzgar saçlarımı savururken oturduğum yerde bağdaş kurarak kendimi düşmemek icin sabitledim. Boğazımdan tırmanmaya çalışan hıçkırıklar nefesimi daraltıyor, düşüncelerimi haram kılıyordu.
Büyük, parlak dolunaya baktım. Uzaktan ne kadar kusursuz ve güzeldi. Yaklaştığınızda ise üzerindeki hortumları, kara delikleri görüyordunuz. Her şey dışardan kusursuz, keşfedilince berbattı. Aynı benim gibi.
Dışarıdan jelatinime bakıldığında iyi olarak görüldüğümü biliyordum. Çevremdeki insanların bir kısmı da bunun için yanımdaydı zaten. Merak uyandıran zencefilli şeker gibiydim paket açıldığındaysa hayal kırıklığına uğruyordunuz.
Ilık havayı ciğerlerime doldurdum. Gözlerimi kapattım. Denize açıldım. Huzurun bedenime hükmettiği yere... tuzlu suyun kokusununun kaslarımı gevsettiğini kum tanelerinin avuç içimdeki çizgilere dolduğunu düşündüm. Sadece ben vardım ve sonsuz yüce mavilik.
Rüzgarın uğultusu, dalgaların ayaklarıma her savrulduğunda ayaklarımın altından ıslak kumu çekişi, üzerime sinmiş olan sıcak vanilya kokusu ve Hazar'ın sesi.
Onun benim huzurlu bulmam ilgili uzaktan, yakından ilgisi olamazdı! Sadece kabus gördüğüm o gecede uyuyamayacağımı düşünsemde uyumama yardımcı olmuştu...evet bu kadar basitti(!) Sadece mi? Durduramıyordum bu siktiğimin beynini.
Onun yanında huzur buluyor olabilirdim. Ne yapacaktım, Onun beynimin her bir bölgesini işgal etmesine nasıl izin verirdim? Hayır, bu olmayacaktı.
Hazar'a yaklaşırken, tunnel'e giderken ne düşünüyordum ki?
Oturduğum çatıya kendimi biraz daha sabitledim. Kırmız kiremitlerin kayan zemini yüzünden neredeyse çatının uç noktasına gelmiştik.
"Ne düşünüyorsun?" Cara dolunaya bakarak konuşmuştu.
"Bilmiyorum. Kafam karışık."
"Hazar sana iyi gelmeyecek biliyorsun değil mi?" Dediğinde yüzüne bakmadan başımı salladım. Biliyordum.
Dün Hazar'ın sorduğu sorudan sonra ona hiçbir şey söylemeden kalkıp gitmiştim. Elbette bunu sorgulayıp konuşmak isteyecekti. Belki de istemezdi. O Hazar'dı. Onun hakkında hiçbir şeyden tam anlamıyla emin olamıyordum.
Müzik odasından sonra eve gelmiş dün meraktan ölen Cara'ya olan biten her şeyi anlatmak zorunda kalmıştım.
Aklımı kaçırdığımı ve bir daha oraya asla onsuz gitmememi söylemişti. Oraya gitmek gibi bir planım bundan sonrası için zaten yoktu."Ah!"Cara aniden beni dürttüğünde ona doğru döndüm.
"Baksana Jess geçiyor. Yanında da Hazar var." Deyip Jess'e seslendiğinde koluna sert bir yumruk geçirdim. Neyse ki duymamışlardı.
"Ah! Acıdı."
"Ne yapıyorsun Cara? Az önce onun bana iyi gelmeyeceğini söylüyordun."
"Bunun üstesinden gelmelisin git ve onunla konuş, yüzleş artık, her ne yapıyorsan yap."
"Şuan saçmalıyorsun. Yüzleşecek bir şey yok. Sadece onun yanında türkçe konuşuyorum ve bu özlediğim bir şey. Bundan başka bir şey yok." Bir de onun yanında efsanevi bir huzurun kollarına atılıyordum tabi, güvende hissedip, vanilya kokusu sürekli dört bir yanımda olsun istiyordum hepsi bu kadardı.
Bariz bir şekilde belli olan bu durumu, kabullenmeyecek kadar korkak değildim elbette ama bunun da bir sınırı vardı.
"Tanrım, biliyorum ama Hazar gibi çocukları tanırım onun sana verdiğim geçici bir huzur. Ona karşı olan hislerinle yüzleşmelisin."
Gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. "Sen de o tehlikeli dediğin çocuklardan biriyle birliktesin Cara."
Gözlerini kısıp bana ölümcül bakışlarından attı. "Teknik olarak onunla birlikte değiliz."
"Saçmalık."
"Sana ne dersem inanmayacaksın ama Jess öyle değil. Çocuk değer verebiliyor en azından." deyip, omzuyla omzumu dürttüğünde ona alttan bir bakış attığım. "asma yüzünü, onları çağırayım da hallet." Dediğinde gözlerim büyüdü.
"Jess!" Elini sanki bizi göremeyecekmiş gibi abartılı bir şekilde salladı. Biz konuşurken neredeyse sokağın sonuna gelmişlerdi ama Cara öyle bir çığırmıştı ki Az önce duymamış olsa da şu an buna olanak dahi yoktu. İkisinde 'ne yapıyor bunlar?' dercesine bize bakıyordu.
"Gelsenize." dediğinde jess gülümseyip Hazar'a bir şeyler sorduktan sonra dıştaki krem rengi bahçe kapısını merdivenlerden içeri girdi. Önümüzde ağaç olduğu için görüş alanımızdan çıkmışlardı.
"Hadi aşağı inelim." Kolundan tutup kalkmasına yardımcı olduktan sonra küçük tavan arası kapısından eğilerek girip aşağı indik.
Bahçeye çıktığımızda ilk gördüğüm şey bize doğru hızla koşan siyah bir gölgeydi. Cara elimi sıktığında gölgenin sarı sokak lambası sayesinde parlak siyah, uzun tüylere sahip bir golden olduğunu gördük.
Ellerimi bacağıma vurup çömelerek onu çağırdığımda koşarak yanıma geldi. "Ne kadar güzelsin sen öyle." Başını sevmeme izin verdiğinde, dili dışarıda kuyruğunu salayarak hareket ediyordu.
Görüş alanıma iki cift siyah bot girdiğinde kafamı çevirmeyip köpeği sevmeye devam ettim. Botların sahibini tanıyordum ve Cara'nın dediği gibi onunla yüzleşmek aklımda geçen son şey bile olamazdı.
Cara yanımdan ayrılıp Jess'le bahçe koltuklarına oturduğunda yalnızca Hazar'la ben kalmıştık. Bilerek yapıyordu.
"İlk gördüğü insanlara bu kadar yakın davranmaz. Seni sevdi." sesini duyduğumda yine vanilya kokusunu istemeden de olsa içime doldurdum.
Ona bakmadım. "Bende onu sevdim." Dedim gülümseyerek.
Bunu daha fazla sürdüremeyecektim, bu olanlar çok çocukçaydı. Hala köpeği sevmeye devam ederken kafamı kaldırıp oturduğum yerden ona baktım.
"Adı ne?"
"Murphy."
Ayağa kalkıp ellerimdeki toprak tanelerini silkeledikten sonra Hazar'ın yalın alevden harelerine baktım. Bugün sabah olanlar aptalcaydı. Hazel ismini nereden bildiğini bilmiyordum. bunu Cara dahi bilmiyordu.
"Sabah pek iyi hissetmiyordum ama..." cümlemi tamamlama izin vermedi. Bu konu hakkında konuşmaktan rahatsız olduğumu anlamıştı. Bunun için ona minnettardım.
"Yarın okula gidebilirim sonra birkaç gün burada olmayacağım. Sabah müzik odasında olursan notaları alabilirsin."
"Yarın okula gidecektim zaten. Uğrarım yanına."
Telefonu çaldığında elini dar kotunun ön cebine attıp telefonu açtı.
İngilizce bir şekilde "ne oldu?" Dedi. karşı taraf bir şeyler söyledikten sonra "iyi, geliyorum." Deyip telefonu kapattı. sonra bahçe koltuklarında oturan Jess'e "ben gidiyorum." Diye bağırdı.
Jess "Benim gelmeme gerek var mı?" Dediğinde Hazar "gerek yok, Murphy'i eve bırakırsın."
Bana dudakları tam olarak kıvrılmadan selam verdikten sonra arkasını döndü.
Bir eksiklik hissediyordum. Büyük bir hissizlikle doluydu. Hazar'ın yanındayken az da olsa o boşluğun kapandığını, yaşadığımı hissediyordum. Cara haklıydı belki de. Bir kez daha bu çocuk yüzünden kendimle çeliştim. Bunu aşmalıydım.
"Hazar." Dedim bahçe kapısından çıkmak üzereydi.
Işıldayan kahve gozleri bana döndüğünde derince iç çektim.
"Bende seninle gelmek istiyorum. Başına dert açmayacağım. Söz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Berceste
Teen FictionVenüs'ün ayaklarının altında ufalanan diri toprak hiç olmadığı kadar ölü kokuyordu. Özelikle yağmur damlaları, soğuk mermerin altındaki iliklere karışınca bu tuhaf kokuyu genzine çekti genç kız. Parmak uçlarından damlayan yağmur suyu bataklık yarat...