Düşünceler anormal bir şekilde hücrelerimde umutsuzluğa gebe kaldığında en fazla beş yaşlarındaydım.Annem bana vurdu mu? Ne olacak ki, her çocuğun annesi çocuğuna vurmuştur.
Babam beni görmezden geliyor? Ne yani, kafası meşguldür her çocuğun babası bunu yapıyor.
Annem ilgisiz mi? Kimin annesi ilgili ki?..
Bir süre daha bu şekilde devam ettiğinde beynimi daha fazla bu yalana inandıramayıp sorgulamaya başladım.
Annem neden bu kadar dengesiz. Babam neden bu kadar sert. Annem neden beni umursamıyor?
bu sorulara her çocuğun... kelimeleriyle başlayamadığım için işin içinde bir terslik olduğunu anlamıştım.
Çünkü diger çocukların aileleri yapmıyordu. Benim ailem berbattı. Buna rağmen annem neler yapmış ye olursa olsun, bana baktığında dudaklarında oluşan ince kıvrımlar bile onu affedip, her şeyi sil baştan başlamama yeterdi.
Bu yüzden lüks arabanın koltuğuna oturmuştum zaten. Beynime saplayan iğneler çıkmayacaktı, eğer çıkarsa fazla kan kaybından ölürdüm çünkü.
Birinin bana özgür hissettirmesine, tek başıma hayatımı yoluma koyabileceğimi göstermesine ihtiyacım vardı. Kendi başıma halledemiyordum.
Bu kişi ne Cara'ydı, ne de senelerdir uğraşmam rağmen derimin altına can alıcı kıymıkları saplayan ben. Bu kişinin Hazar olduğunu adım gibi biliyordum. Bunu denemek istiyordum.
Arabanın kaç kilometre hızla gittiğini gösteren ibre biraz daha sağa kaydı.
Sanırım Hazar'ın söz verdiği gün bugündü. Tam istediğim gibi...
Sanki tepkimi ölçmek için bana doğru göz ucuyla baktığında tepkisiz kalmış bir şekilde, botlarımı çıkarıp dizlerimi karnıma çektim. Yolu izliyordum.
Çene kasları gerildi ve direksiyonu daha sıkı tuttu. Parmak boğumlarının beyazladığını, kavisli kaşlarının çatıldığını görebiliyordum.
Bana mı kızmıştı? Ona ısrar dahi etmemiştim bile. Onunla gelmek istediğimi söylediğimde kaşlarını çattığında kızacağını sanmıştım. Sonra yüzü eski düz ifadesine bürünmüş, bana hiçbir şey söylememişti.
Araba biraz daha hızlandı. Neredeyse yüz doksan kilometreyle gidiyorduk.
Ağaçların sisli gölgeleri bizimle koşuyor, yol kaygan bir zeminmiş gibi akıp gidiyordu.
İkiyüz. Umrumda değildi. Şuan bizi uçurumdan aşağı yuvarlansa o aptal düşüncelerin bulunduğu beynim parçalara ayrılacağı için mutlu olurdum.
İkiyüz on. Arabanın motorundan tuhaf sesler çıkmaya başladığında vitesi en üst seviyeye çoktan atmıştı bile. Hareketleri o kadar ustacaydı ki.
İkiyüz yirmi. Araba kasise girmemizle hafifçe sola doğru savrulduğunda refleks olarak tırnaklarımı deri koltuğa geçirdim. Istemsizce yaptığım bu hareket cehennemdeki ruhumun değil. Arafta kalacağımdan bihaber bedenimin tepkisiydi.
Tepkimi gördüğünde daha fazla çıkmayacağını anladım. Kafam o kadar doluydu ki şuan o fısıltıları duymaya değil Hazar'ın kafamı dağıtmasına ihtiyacım vardı.
Kabus, Hazar, o lanet müzikal, her şey üst üste gelmişti. Fiziksel olarak kendimi herzaman ki gibi hissetsemde, ruhen bir o kadar da bitkin ve dikkatimin başka şeylere çekilmesine muhtaçtım.
Yol boyunca iki kelime dahi konuşmamış, arabanın imeci en fazla ikiyüz yirmiyi bulmuş daha sonra kademeli olarak ikiyüze kadar düşmüştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Berceste
Teen FictionVenüs'ün ayaklarının altında ufalanan diri toprak hiç olmadığı kadar ölü kokuyordu. Özelikle yağmur damlaları, soğuk mermerin altındaki iliklere karışınca bu tuhaf kokuyu genzine çekti genç kız. Parmak uçlarından damlayan yağmur suyu bataklık yarat...