🍀
2. Bölüm: KÂBUS
~
Boş votka bardağının çevresine soğuk parmaklarımı sarıp, boğazımdan yakıcı, sarı sıvının geçmesini bekledikten sonra ilk ve ikinci bardakta ki gibi yine yüzümü buruşturdum. Her günüm elbette ki böyle geçmiyordu.
Ne karaciğerimi düşünmeyecek aptallardandım, ne de sorunları erteleyecek kadar cesaret yoksunu.
Sadece kafa derime saplanan ince kıymıkların ağırlığını içki sayesinde az da olsa azaltabiliyordum. Bu aptal rüya nerden çıkmıştı ki sanki? Hayır bunu düşünmeyecektim. Düşünmek insanı diğer canlılardan ayıran en boktan şeydi.
Önüme gelen kızıla dönük kahve saçlarımı geriye doğru ittiğimde, iki çift yosun yeşili gözün beni izlediğini farkettim. Cara. Onunla birlikte yaşadığımız semtten oldukça uzakta bir bara gelmiştik. Ne tanınmak istiyorduk, ne de başkalarıyla sohbet etmek. Sadece bar sahibini, Lois sayesinde tanıyorduk.
İkimizden biri iyi hissetmediğin de ara sıra bunu yapardık. O bir köşe de oturur başıma bela açmamam için beni izlerdi. Yada o kötü hissettiğinde, ben onun için aynısını yapardım.
Alkol ve uyuşturucudan daha fazla hiçbir şeyin üretilmediği bir ülkede yaşıyorduk. Başka bir yol bulmamız işten bile değildi. Saçmaydı belki ama, işe yaramadığı söylenemezdi.
bar tezgahının üzerindeki boş viski bardağının yerini alan dolu bardağa baktığımda bu dudağımın sol kenarının yukarı kıvrılmasına sebep olurken yanımda ki tahta bar taburesi çekilince dikkatimi o tarafa doğru verip omzumun üstünden, yanıma oturan çocuğa baktım. Harika, barın yarısı boştu, ve bu çocuk oturmak için benim yanımı tercih etmişti. Umarım bunun devamı gelmezdi.
Uzun kıvırcık saçları, mavi gözlü, yirmili yaşlarının ortalarında bir çocuk sırıtarak bana bakıyordu. Üstündeki siyah kotu sıska belinden her an düşecek gibi duruyor, cılız bacakları kotu tutuyordu. Üstüne geçirdiği mavi, dar tişörtü 'tüm zamanlarımı spor salonunda geçiriyorum' tişörtlerinden olup, üçgen vücudunu çepeçevre sarmıştı. Şuan tek eksiğim, sinir bozacak bir abazaydı çünkü. Onunla muhattap olmak istemiyordum.
Önüme dönüp viski bardağını ellerimin arasına alarak ahşap masa da küçük turlar attırdım.
Bir tur, iki tur, üç tur...
"Selam güzelim." Ve dördüncü tur. Bir tur geç bile kalmıştı.
Umursamayıp bardaktan küçük bir yudum aldım. Acı sıvı boğazımı yaktığında alıştığım için yüzümü artık buruşturmuyordum. Abaza çocuğun iflah olmaz bakışlarını yan profilim de hissediyordum. Bu çok rahatsız ediciydi.
Onunla ilgilenmediğimde, sandalyesinin ucuna doğru kayarak bana biraz daha yaklaştı.
"Hadi ama! Canını sıkmam. Yalnız görünüyorsun. Biraz eğlenmek istersin diye düşündüm." Umursamazsam bunu daha fazla sürdüreceğini tahmin ettiğimden, baygın bakışlarımla ona doğru döndüm.
Bıkkınlık dolu bir sesle, "yalnız değilim." Diyerek onu başımdan savmayı amaçladım. İşe yaradı mı? Elbette hayır. Tek istediğim sorunsuz bir gündü.
Masanın üzerine eğilip yanımda ki boş tabureye baktı.
"Öyle mi? Ama yalnız gibisin güzelim. Aklına gelebilecek her konu da iyiyimdir. Canını sıkmam merak etme." Neden bir günüm bile olaysız geçmiyordu ki sanki?
"Ama sıkıyorsun. Neden defolup gitmiyorsun?" Bunu yapardım. O beyaz teninde sahiden kalıcı hasarlar bırakmam zor olmazdı. Onun gitmesini söyleyerek, gitmesini umuyordum. Ne aptalcaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Berceste
Teen FictionVenüs'ün ayaklarının altında ufalanan diri toprak hiç olmadığı kadar ölü kokuyordu. Özelikle yağmur damlaları, soğuk mermerin altındaki iliklere karışınca bu tuhaf kokuyu genzine çekti genç kız. Parmak uçlarından damlayan yağmur suyu bataklık yarat...