Uyandı ya uyandı Hilal. Biliyor musunuz kimse beklemiyordu karşısında yepyeni bir Hilal görmeyi. Küllerinden yeniden doğmuştu resmen. Hala çökmüş bir yüze, zayıf bir bedene sahipti fakat ne bir renk ne de bir ifade vardı solgun yüzünde.
Herkes bir olmuş onu iyi etmeye çalışıyordu. Eski Hilal'i geri getirmek. Zordu. Zorluğu geçmeyecek gibi hissediyor Hilal. O da vatan haini sayılır mı şimdi? Kullanılmak vardı bir de. Aşka ilk düştüğünde onu karşılayan bulut çoktan yok olmuş kız kendini sert zeminin soğukluğuyla ürperirken bulmuştu.
Kurduğu hayallerden de, kendinden de tiksindi o an. Oysaki ne kadar da safmışım dedi. Saf ve savunmasız. Bundan sonra böyle olmayacak diye yeminler etti. Kendi içinde feverandı bu.
Hastahaneden çıktığı günden beri Yakup'la olan çalışmalarını hızlandırmıştı. Yanında kimse fark etmese de silahla geziyordu. Yakılan onca insanı duymuştu elbet. Olanları biliyordu ve dayanamıyordu. Bundan sonra da eli kolu bağlı oturacak değildi. Gidecekti buradan. Sessiz sedasız terk edecekti. Belki İzmir'ini savunamayacaktı fakat Ankara ona iyi gelebilirdi. Ne ailesine bir kelam etti bununla ilgili ne de hastahanedekilere.
Yakup söylemişti Ankara'da sıhhiye konusunda eksik olduğunu, insanların sırf hastalıktan can verdiğini. Kararını o an vermiş, tek kaçış olarak Anadolu'yu seçmişti.
Gecenin kör bir vaktinde çıktılar meyhaneden topluca. Niyetleri kimseye görünmeden evlere dağılmaktı. Ali Kemal önden gidiyordu. Mehmet Hilal'in bekçisi olmuştu adeta. Sürekli yamacında dolanıp duruyordu. Bir anda ne olduysa oldu. Yunan askerleri bağıra çağıra üstlerine gelmeye başladı. Dört bir yana dağıldılar. Erkeklerin öncelikli hedefi Hilal'i korumaktı. Fakat buna hacet kalmadı.
Bir anda çıkmaz sokağa girdi genç kız. Silahını hazırladı. Bu sefer soğukkanlıydı. Elleri titremiyor, dizlerinin bağı çözülmüyordu. En köşeye sindi. Gecenin karanlığı bir örtü gibi kapadı narin bedenini. İki Yunan askeri sokağa girdiği gibi gözünü kırpmadan öldürdü ikisini de. Sesi duyan Ali Kemal Hilal vuruldu zannetmiş, sokağa gelene kadar ömründen ömür gitmişti. Gördüğü manzara aklını yitirmesine neden olacaktı neredeyse.
Hilal elinde silahla önce askerlerin ölüp ölmediğini kontrol etmiş ardında da silahlarındaki kurşunu boşaltmıştı. Bunları yaparken o kadar çevikti ki. İşini bir an önce bitirip gitmek istiyordu. Arkasını döndüğü an ona şaşkın gözlerle bakan ağabeyine göz devirdi.
'' Beni o kadar kolay alt edebileceklerini mi sandın? '' Sesinde ona yakışmayan bir alaycılık ve soğukluk vardı.
'' S-sen nasıl vurdun onları? Nereden bilirsin silah kullanmayı?''
'' Her geçen gün sokaklar daha da tekinsizleşirken öğrenmeyip ne yapacaktım? Tehlikeye gebe bu şehir. Savunmam lazım kendimi. ''
İyi bahane üretti değil mi? Ali Kemal bile bu kadar çabuk alışamamıştı bir cana kıymaya. Kardeşinin yardıma ihtiyacı vardı, artık kesinlikle emindi.
****************************************
Birkaç gün sonra tüm aile, çalgıcılar, komşular Hilal için acılara biraz olsun ara verdiler. Baharın kendini belli ettiği, alabildiğine yeşil olan ovaya sofralar kurdular. Hilal pikniği çok severdi. Tabii eskidendi o da.
Cevdet bile gelmişti sivil bir şekilde o gün. Babasıydı neticede. Kızının iyi olduğunu görmek istiyordu. Minik Serçe'sinin bu hali onu kahrediyordu. Uzunca bir masa kuruldu. Belki üstünde ziyafet çekecek kadar yiyecek yoktu ama gönülleri de karınları da doyuracak kadar sevgi vardı. Herkes eskilerden konuşuyor, gülüşüyordu. Kimi mektep anılarını anlatıyordu, kimi çocuklar gibi oyunlar oynuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVTÍO
FanfictionDayanacak gücüm kalmadığını hissettiğimde yerle buluşmam uzun sürmedi. O gitmişti, ben bitmiştim. Peki ya bizim hikayemiz?