Güneş doğuyor Smyrna'ya. Hiçbir şey olmamış gibi aydınlatıyor dört yanı. Zor olacağını düşünmemişti. Ukala bir asker olarak, her şeyin kolay olabileceğini düşündüğü için kendine kızdı, binlerce kez.
Üstündeki koyu mavi, lacivert üniforma hiç bu kadar ağır gelmedi yüreğine bu zamana kadar. Oysaki o üniforma buraya gelene kadar güç, asalet, saygınlık demekti. Bu üniforma dokunulmazlık demekti. Atina'nın sokaklarında dimdik yürürken, Yunan Orduları Komutanı General Vasili'nin Oğlu Teğmen Leon demenin en kolay yolu idi. Şimdi ise parçalamak istiyordu bu kumaş parçasını. Yakmak, kül etmek. İçinin yangınına bir nebze olsun çare olmak istiyordu.
Hiç bilmediği toprakları daha görmeden vatan bilmiş, yüzyıllardır o topraklar üzerinde yaşamış insanları düşman olarak görmüştü. Hatta Osmanlı Devleti yönetimini kınamış, bir toprak parçasını bile ellerinde tutamadıklarını düşünmüştü.
Hakikat bu muydu ki? Onlar çok mu iyi yönetiyorlar Smyrna'yı? Adalet, hukuk, eşitlik en önemlisi medeniyet nerede?
Bu işgal Leon'un tüm değer ve inanç anlayışını derinden sarsıyordu. Kendini haklı çıkaracak bir neden bulamamakla birlikte, bu zulmün haklı bir yanı olsun istemiyordu. Görüşleri, doğruları ve insanlığı o üniformaya fazla geliyordu.
Küçük bir çocuğun odaya girmesiyle sıyrıldı düşüncelerden. Minik oğlan mektup getirmişti. Üstünde Hilal'in yazısı olduğunu belli eden bir "Kraliçe Smyrna'dan Kral These'e" yazıyordu.
Büyük bir umut ve aşkla açtı zarfı Leon. Elleri titriyor, kalbi hızla atıyordu. İlk bakışta inci gibi yazı çekti dikkatini. Bir kez daha hayran kaldı Hilal'e. Okudukça önce yüzündeki gülümseme, ellerindeki titreme, en son da kalbinin heyecandan hızlı atışı gitti.
Uzunca bir süre "Hoşçakal." yazısına baktı, kelimeler aklını kaçırmasına neden oluyor, canı yanıyordu. Yarattığı enkazın toparlanma çırpınışlarıydı bunlar.
Nereye gider? Nasıl gider? Anlam veremiyordu. Canı için canından vazgeçtiği kız gidiyordu. Belki de çoktan gitmişti. Bırakmayacaktı onu, bu kadar kolay gitmesine müsaade etmeyecekti. Her şeyi, kendini affettirecekti. Zor olacaktı ama oldukları gibi kabulleneceklerdi birbirlerini.
Yanına birkaç asker alıp önce Azize Hemşire'nin evine gitti. Kapıyı alacaklı gibi çalıyor, elinin kuvvetini dizginleyemiyordu. Aynı yüreğini dizginleyemediği gibi...
Kapı sonunda açıldığında Hasibe Ana çıktı karşısına." Hayırlı sabahlar Hasibe Hanım. Hilal'i derhal çağırmanız gerek. Kendisiyle önemli bir hususta konuşmam icap ediyor. "
" Hilal yoktur. Bundan sonra da olmayacak burada. Sizin yüzünüzden çekmediği acı kalmadı, hâlâ ne istersin benim kınalı kuzumdan? Gitti işte,bu kadar malumat yeter sana. "
" Bakın, şehirden Yunan izni olmadan ayrılamaz, başı derde girecek. Şimdi söyleyin bana lütfen, nereye gidiyor Hilal? "
" Teğmensin daha komutanından haberin yok. İzni bizzat Vasili verdi. Hatta mührü gözümüzün önünde bastı. De get şimdi yoluna. "
Duydukları... Vasili yine yapmıştı yapacağını. Sırf Hilal'e zarar vermesin diye casusluk yapmıştı, sevdiği kız bu yüzden kendini öldürmek istemişti. Peki bunu niye yapmıştı Leon? Sevdiği kadını görebilmek için, emniyette olduğunu bilmek için, uzaktan da olsa onu koruyabilmek için.
Bir kez daha nefret etti Vasili'den. Hasta dedi içinden, hastaydı bu adam. Acı çektirmekten zevk alıyordu.
Karargaha girdiğinden sinirden duramıyordu. Vasili'nin odasına izinsiz daldı.
" Ne yaptığınızı sanıyorsunuz Teğmen? Burası bir karargah saygınızı takının. "
" Seninle bir anlaşma yapmıştık, dokunmayacaktın ona. Onu görebilecektim. Smyrna'yı terk etmesi için izin vermek ne demek? "
" Anlaşmamızda onu öldürmeyecektim, bunun dışında bir şey yapmam dediğimi hatırlamıyorum. "
" Sen yolladın onu, sen gönderdin. Sırf acı çekeyim diye. Beni cezalandırmak için yaptın. Cevap versene! Yalan mı? "
Bağırmaktan canı yanıyordu artık ama pekte önemli değildi. Canını yakan daha ağır meseleler vardı, yüreğinde.
" Aksine asker, Hilal Hanım kendi gitmek için izin istedi, ben de medeni bir devlet komutanı olarak pektabii ona izin verdim. Hepsi bundan ibaret. Şimdi sizi son kez uyarıyorum. Edebinizi bozmayın. "
Sesindeki yavaş ve dingin hava öldürüyordu Leon'u. Böyle bir babayı hak edecek ne günah işlemişti? Neyin cezasını çekiyordu?
" Senden nefret ediyorum, Kumandan. Sizin oğlunuz olmaktan da nefret ediyor hatta kendimden tiksiniyorum. "
" Elindekinin kıymetini bilmeyen şımarık çocuklar gibisin, Leonidas. Gücünü ve saygınlığını kimin sayesinde kazandığını unutma. "
" Ben senden ne güç istedim ne saygınlık. Tek istediğim bir babaydı, kahretsin ki bana baba olmanı istedim ben. Oğlum de istedim, başımı okşa istedim. Ben sadece beni sevmeni istedim. Ama ne yazık ki siz büyük, şanlı, ulaşılmaz Yunan Orduları Komutanı Kumandan Vasili, ne bir baba, ne bir eş olabildiniz. "
" Sınırları zorluyorsun asker. Burası ev değil, ciddi bir görev merkezi. Haddinizi aşmayın. "
" Ne var biliyor musun? Acıyorum bu halimize. Senin hiçbir zaman bir oğlun olmadı, benim ise babam. Ben sana sevdiğim hiçbir şeyden bahsedemedim. Senden bir oyunu oynamayı, bisiklete binmeyi öğrenemedim. Arkama her baktığımda kimse yoktu benim. Oysaki arkadaşlarımın bakmalarına bile gerek yoktu, çünkü babaları oradaydı. İlk aşk acımı yaşadığımda, ilk pişmanlığımda, ilk mutluluğumda, ilk başarımda hiçbirinde yanımda değildin. 20 koca seneyi kendimi sana sevdirebilmek için, benimle gurur duyabilmen için boşa harcadım. Fakat artık bitti. Oğlunuz yok artık sizin. Sadece ve sadece askeriniz var. Sadece ve sadece askeriniz. "
" Çabuk çık dışarı, defol! Defol dedim sana! "
Leon kapıya adımladı. Kapıyı açmadan hemen önce, arkasını bile dönmeden tok bir sesle konuştu.
" Keşke o yangında ölen oğlunuz abim değilde ben olsaymışım. En azından onu severdiniz belki. "
Bağırmış, dağıtmış, çokça dağılmıştı. Yılların verdiği acı ve sıkıntı zehir olup akmıştı dudaklarından. Geriye sadece hüznü kalmıştı kalbinde taşıdığı. Hilal olsa şimdi dedi. Onunla konuşmak vardı. Tartışacak bile olsak konuşmak. Varlığına ihtiyacı vardı. Kokusuna, dudaklarına, o saçlarına, narin ellerine...
Hayat ondan sevdiklerini bir bir alıyordu. Hak etmiş miydi bunu? Kanlı bir üniforma vardı üstünde. Deniz kenarında bir banka oturdu. Madem Hilal'i yoktu, deniz vardı onu temsîlen. Sesi bir sarhoşun sesine benziyordu, bilinci ise hiç olmadığı kadar açıktı.
" Biliyor musun deniz ben çok seviyorum. Sevmemen lazım fakat yine de tutuluyorum ona. Senin maviliklerinden güzel mavi gözleri var onun. Kokusuyla mest olduğum saçları var. Parmaklarım ayrı seviyor saçlarını.
Utandığında kızaran yanakları var. Her defasında öpmek istediğim gülüşleri. Gülüşünden öpmek istiyorum onu deniz. En masum yanından öper gibi. Gülerken bir melek, bir çocuk, hiç büyümeyen bir kadın o. Unut demiş beni. Unutulur mu hiç? Mümkün mü?
Onsuz gelecek düşünmezken ben, her anımı onunla doldurmak isterken, evlen demiş. Aile kur. Oysa o'ydu benim ailem. Haberi yok.
Bu kalp bir başka sevdayı kabul etmez artık. Bu kalpte sevdanın adı Hilal. Başka izahati yok.
Sana gelmiş, ona yaşattığım acıyı dindir diye, senin kollarına bırakmış kendini. Onu almadığın için minnettarım sana. Bak ben de acımı senin dalgalarına döküyorum. Ben... Ben onu çok özlüyorum..."
" Sahiden bu kadar çok mu seversin? "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVTÍO
FanfictionDayanacak gücüm kalmadığını hissettiğimde yerle buluşmam uzun sürmedi. O gitmişti, ben bitmiştim. Peki ya bizim hikayemiz?