'' Sana derim Teğmen, çok mu seversin onu? ''
Kendinden emin , tok fakat zarif bir ses. Leon'un içini aydınlatmaya yetmesi adil mi? Hilal orada durmuş sevdasını sorguluyordu. Bu kadar ne ara düşmüşlerdi? Ne vakit bu raddeye gelmişlerdi?
'' Gitmemişsin. Bırakma beni Hilal. Seviyorum seni, canımdan bir parçasın artık. Gitme, yalvarırım.''
Hilal'in yüzünde acı bir gülümseme bahşetti ona. Artık hissizleşmişti genç kadın. Bir gecede büyümüştü.
'' Ne sevda konuşacak haldeyiz ne de ihtimalleri düşünecek. Tek bir gerçek var, ben gidiyorum Teğmen. Siz de asi bir Türk Kızı'ndan kurtuluyorsunuz. İki tarafta rahat bir nefes alabilir artık. ''
Gitmek için hareketlendi. Sol kolundan kendine çekti Leon onu, yine. Bir saniye bile çok şey değiştirir diye düşündü. Onu görebilmek her şeye değer.
'' Bak bu çaban yersiz, sonuçsuz. Ben daha fazla göz yumup aptal aşık olamam. Ben bu yükün altından kalkamam. İnsanlar canları pahasına sizin toprak parçası dediğiniz vatan için savaşırken; ben bir kenarda olup biteni izleyemem. Siz ve sizin gibiler, üzerinizde üniforma olsun olmasın aç köpekler gibi saldırıyorsunuz. Kanımızı emiyor, tüm canlılığımızı sömürüyorsunuz. Ve ben uyuduğum o uykudan uyandım Teğmen. Bir efsaneye inanıp kendimi küçük düşürdüm. İnandığım tüm değerleri hiçe saydım fakat yaralandım, yoruldum. İçimin gittiği bu şehir artık cehennem bana. Her sokağı, köşesi, denizi bile yakıyor bedenimi cayır cayır. Aşkı yaşamak için bir vatan gerekir Teğmen. Bende ise dört yanından vurgun yemiş bir yurt var. Şimdi çekil, yoluma gideyim. Bunca zaman üzüldüğümüz yeter, bitsin... ''
Kelimeler yaktı canını belki ama genç kadın her zaman ki gibi haklıydı. Kollarına atlamayacağını biliyordu. Olması gereken oluyordu. Masal burada sona eriyordu. Yavaşça bir adım geriledi. Zor da olsa bıraktı kızın kolunu. En son belli belirsiz kokusunu içine çekti. Leon'un vedasıydı bu.
Kolu bırakıldığı gibi uzaklaştı oradan Hilal. İçini dökmek, yüzleşmek iyi gelmişti. Ağlamayacaktı, üzülmeyecekti artık. Kalbi hiçbir zaman bir başkasının olmayacaktı ama yanında Leon da olmayacaktı. En büyük sadakat yeminini aşkı için etti, ömrünü kalbinde kilitledi.
Kırmızı faytonu gördüğünde biraz yavaşladı. Özleyecekti, ciğeri solacaktı özlemden. Derin bir nefes çekti içine. Denize çevirdi yüzünü. Ona da veda etti kendince. Başıyla son bir selam çaktı tüm yaşadıklarına. Gidiyordu, bitiyordu işte...
Mehmet'in de yardımıyla bindi faytona. İki genç her şeyi geride bırakıyorlardı. Kadın hissizdi, adam ise içten içe mutlu.
Bir gece ansızın telgraf yeniden çalışmaya başlamıştı. Hiçbiri anlam veremedi. Buna kafa yoracak zaman yoktu. Çalışmalara kaldıkları yerden devam ettiler. Başta Anadolu'ya gitmesi gereken haberler yollandı. Ardından yeni görevler hakkında telgraf çekti Yakup. Bir de kumandan ile tanışmak istediklerini, çok ısrarcı olduklarını yazdı.
Hilal gitmeden yine yapacağını yapmış, Lütfü'ye Halit İkbal imzalı bir tomar yazı bırakmıştı. Bir süre basarak halkı ayakta tutmak istiyordu. Lütfü derhal bir tanesini basmış, dağıtıma yollamıştı. Ali Kemal ve Osman kuvvaya destek çıkanlardan gözü karaları belirliyorlardı.
Savaş yakındı, daha çok insana ihtiyaç olacaktı. Cezmi silah gelebilecek yolları belirlemeye çalışıyor, Yunan kontrolünü atlatmanın yollarını düşünüyordu. Herkes çabalıyor, hiç durmadan vatan için çalışıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AVTÍO
FanfictionDayanacak gücüm kalmadığını hissettiğimde yerle buluşmam uzun sürmedi. O gitmişti, ben bitmiştim. Peki ya bizim hikayemiz?