Paketi telaşla açtım. İçindekini çıkarıp inceledim. Üzerinde beyaz puantiyeler olan siyah boyundan bağlamalı bir elbiseydi. Belinde siyah bir kuşağı bulunan zarif bir elbiseydi. Etiketine gözüm çarpınca, tanınmış bir markaya ait olan bu elbisenin ne kadar pahalı olacağını düşününce dudağım uçuklayacaktı. Bu denli pahalı bir elbiseyi giymek biraz huzursuz etmişti beni. Seçeneğim olmadığını fark edince bu düşünceleri aklımdan uzaklaştırdım.
Aynada gördüğüm bedeni baştan aşağı inceledim, elbisenin üzerimdeki duruşuna baktım. Zevkli bir seçimi olduğunu düşünmeden edemedim. Boyu dizlerimin üstündeydi, sabahki giydiğim beyaz elbiseye nazaran daha kısaydı. Bacaklarımı görünce rahatsızlık duydum, o pis adam dokunmuştu. Yüzüm ekşidi. Rahatsız edici düşüncelerden kurtulup, hızla büyük odaya geçtim. Göremedim odamdaki yabancıyı. Etrafa göz gezdirirken pencere kenarındaki koltuktan dışarıyı izlerken gördüm onu. Biraz düşünceli bir hali vardı. İçeri girdiğimi fark ettiğinde yüzünü bana döndü. Hafif çıkmaya başlayan sakalları arasından gamzesi belirir gibi oldu bir an. Neden bu kadar mutlu göründüğüne anlam veremiyordum. Derin derin gözlerime bakıp bir şeyler anımsamaya çalışır gibiydi ya da bana öyle gelmişti. Bu konunun üstünde fazla durmadan asıl sorunumuza geri dönmek istiyordum.
"Odamda ne işin var" dedim, iç geçirerek.
Baştan aşağı beni yeni elbisemle süzdükten sonra cevapladı. Kafasını 'iyi seçim yapmışım' anlamında bir ukalalıkla eğerek:
"Yakışmış... Ayrıca üzerindeki şoku atamadın sanırım. Burası benim odam" dedi kollarını bağlarken. Allah'ım bu nasıl bir rahatlık? Neyin içine düştüm ben?
"Ne demek senin, burası bizim..."
Sözümü bitirmeme fırsat vermeyerek: "biz derken" dedi tek kaşını kaldırarak ve dudağı keyiflice yukarı doğru kıvrıldı. 'Biz' kelimesini çok farklı tonlamıştı. Ne yapmaya çalışıyordu çözemedim.
" Biz.. yani annem ve babamla burada kalıyoruz. Daha iki gün var bu odayı boşaltmamıza" dedim gerdin bir şekilde. Birkaç adım ilerleyerek büyük elbise dolabını açıp annemlerin eşyasını göstermek istedim. "işte" diyerek açtım dolabı ve gülümseyerek baktım tüm özgüvenimle. Annemin özenle dolaba astığı elbiseleri görünce her şeyi anlardı umarım. Bu durumdan zevk aldığımı saklamayacağım. Bazen insanların suratındaki o şaşkınlığa tanık olmak dopamin seviyemi oldukça artırıyordu. Mutluluk işte tam da buradaydı.
Oda bana gülümsemişti. Bu işte bir yanlışlık var. Bozulması gerekiyordu. Suratının düşmesi lazımken böyle bir gülüş... Hayır!
Ağır adımlarla bana doğru yaklaştı. Tam gözlerimin üstünde durdu gözleri. Mavininher tonuyla boyanmıştı sanki. Bir renkten daha fazlasıydı. Gökyüzünde sonsuzluğu tatmak, huzur dolu denizlere dalmak. Hayatın şifresi saklıydı bu gözlerde. Gözlerinin esareti devam ederken, elini omzumun üstünden atarak bedenini bedenime yakınlaştırmıştı. Nefesini tenimde hissedebiliyordum. Garip olansa onun çekimine kapılmış gibi hareketsizdim. Ne onu uzaklaştırıyordum kendimden ne de kendim uzaklaşıyordum ondan. Şaşkınlığım zirvede bocalaya dursun, zihnim kokusuyla sarhoş olmuştu bile. Biraz daha yaklaştığında aramızdaki mesafe azalmaya başladı. İçimde ılık bir şeyler alev aldı. Vücudumun kimyası değişti kokusu ciğerlerimle buluşunca. Çıkaramadığım tanıdık bir şeyleri anımsattı bana. Dopamin ve noradrenalin hormonlarım tangoya başlamıştı bile. Durun! Vücudum beni dinlemeyi çoktan bırakmıştı ergenliği yeni yaşayan asi bir çocuk gibi. Sonra birden geri çekilmesiyle serinledi bedenim, derin bir nefese ihtiyaç duydum. Çölün ortasında kavrulurken birden ortaya çıkan buz fırtınasıyla allak bullak oldu tüm hücrelerim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLK GÖRÜŞTE... (Duzenleme Asamasinda)
RomanceTuvalindeki tek renk siyahken, bir anda diğer renkleri de tanımaya başlıyor. Ta ki beyaza ulaşana kadar. ( Belki de Karanlıkta bir ışıktı O..) Klasik bir ilk görüşte aşk hikayesi beklemeyiniz. Rahatsizligi nedeniyle herkesten uzaklaşan bir kizin a...