L u k e
Yemekten sonra Michael'a telefonumun salonda olduğunu söyledim ve rahat kalması için masayı toparlamaya başladım. Ama tabii ki duyabileceğim mesafeden de ayrılmıyordum. Kirli tabakları bulaşık makinesine dizdikten sonra geri dönerken sonunda numarayı aramış olduğunu gördüm. Ben ondan daha gergindim sanki. Bir türlü engel olamıyordum.
"Açmadı." dedi saniyeler sonra. Elimdeki bardakları daha sıkı kavradım ve alt dudağımı ısırdım.
"Hemen pes etmemelisin. Tekrar dene."
Ben masayı temizleyene kadar 4 kez daha aradığını gördüm. Ama hiçbiri cevaplanmamıştı. Şimdi ise sakince oturmuş telefonu alnına dayandığını gördüm. Elimi havluyla kurulayıp yanına oturduğumda konuşmadan önce dudaklarını yaladı. "Bu benim kaderim. Eminim Tanrı bile beni istemiyordur."
"Saçmalıyorsun..." dedim elimi omzuna koyarken. Tam devam edecektim ki elindeki telefon annesinin ismiyle parıldadı. Telefonun sesi dışında nefes bile alamıyorduk ve odada yankılanıyordu melodi. "Hadi aç." dedim sonunda.
Başını salladı.
M i c h a e l
"A-alo?" dedim telefonu kuşağıma götürdükten sonra. Ellerim titriyordu: ağzından çıkacak her harften, sarf edeceği her nefesten korkuyordum. Bu kadar zor olmamalıydı.
"Kimsiniz?" dedi. Neredeyse umutmuştum sesini, ki o da benimkini unutmuş olmalıydı. Belki de boğazımdaki yumru yüzünden tanıyamamıştı sesimi.
"Ben Michael." dedim tek nefeste. "Bu da Luke'un telefonu."
Ona döndüğümde göz göze geldik. Mavileri devam etmem için beni desteklercesine bakıyordu.
Hatta sessizlik oldu. "Lü-lütfen kapatma..." dedim panikle.
"Bu kadar zaman sonra ne istiyorsun? Senin öldüğünü düşünerek daha kolay geçiyordu hayatımız."
İşte. Olmuştu. Binlerce bıçak göğsümü, kaslarımı, kemiklerimi parçalayarak kalbime saplanıvermişti bir anda.
"Sadece oğlumu görmek istiyorum..." Derin bir nefes aldıktan sonra sertçe yutkundum. Ağlamaya başlamıştım. Hıçkırıklarım ona ulaşmasın diye çabaladım ama nafileydi. "Anne..." dedim aralarından. Sesim boğuk çıkmıştı. "Kendini benim yerime koy lütfen. Tek çocuğunu küçük yaşta senden alıkoysalar nasıl hissederdin?"
Karşı taraftan derin nefes alışını duydum. "Böyle biri haline geleceğini bilsem üzülmezdim bile..." dedi fısıltı sayılabilecek bir sesle. O an vücudumdaki tüm kemiklerin kırılıp binlerce fil tarafından ezildiğini hissettim. Kalbimdeki bıçaklar burkuldu ve tamir edilemeyecek yaralar bıraktı. Ama umurumda değildi. Daha güçlü ağlamaya devam ederken elimi sıkan Luke'a baktım. Gözleri yaşlarla parıldıyordu ama görmemi istemiyordum.
Pes etmeyecektim.
"Senin gibi olmamak için uğraşmama bile gerek yok biliyor musun? Böyle birisin işte sen. Çocuğumu bu yüzden istiyorum. Senin gibi birinin elinde büyümesin diye. Çünkü ben onu ateist de olsa, gey de olsa, beyin özürlü de olsa, doğuştan çift cinsiyetli de olsa severim. Ama sen... sen onu bir çöp torbasında kiliseye bırakmaya bile hazırsındır." Titremekten dişlerim birbirine vuruyordu. "Çünkü kendi oğluna bile böyle davranan biri torununa kim bilir neler yapar."
Şimdi ağlayan oydu. Dinledim. Her nefes alışını dinledim, hiçbir şeyi kaçırmamak için.
"Tamam..." dedi sonunda. "Riverside'dayız. Kirby ile de oturur anlaşırsınız. Tam adresi mesaj atarım."
Gözlerimi kırpıştırdım ve burnumu çekerek ağzımdan bir kıkırtı çıkmasına müsaade ettim. "Harika!"
Tam telefonu kulağımdan çekecekken bir şey söylediğini duydum. "Ve Michael..." Telefonu tekrar kulağıma dayadım. "İşlerin böyle olmasını asla istememiştim... Yemin ederim." dedi.
Cevap vermedim.
Telefonu kapatınca Luke'a döndüğümde kızarık ve ıslak yanaklarıyla kulaklarına kadar güldüğünü gördüm. Güldü ve omzumdan tutup beni sıkı bir kucaklaşmaya çekti.
Geri çekilirken onu öptüm. O ise göz pınarlarımda biriken yaşları sildi. "Sen hayatımda gördüğüm en güçlü insansın." dedi.
Gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
gravity + clemmings (-)
Fanfiction"Nereye gittiğim fark etmez, ruhuma baskıladığını hissedebiliyorum." -Sequel to Sink or Swim- Önce ilk kitabı okumanız önerilir. For you: @muke4world © hoodwincliffings