Kuzey ışıkları ufka oturmadan eve vardığımda güzel yüzlü bir kızın özlemle beni beklediğini gördüm.
"Hoş geldin, Belda!" dedi beni görünce. Yüzünde tebessüm emaresi bulunmasa da gözlerinin içten içe parladığını görebiliyordum. Biricik kardeşim Poli - bütün vatandaşlarını çok sevdiği anlatılan Ulu'yu saymazsak - beni bu dünyada seven tek kişiydi.
Hafif tombul yüzü, badem gözleri, dalgalı saçlarıyla babaannemin gençliğini anımsatıyordu Poli. Güzeldi. Hem de çok. Pek de utangaçtı, güzel olduğunu her söylediğimde başını önüne eğer, "Ah Belda kendini bir bilsen... Ben senin yanında bir hiçim" derdi. Benden üç yaş küçüktü, on yedi yaşındaydı.
Ben de fena sayılmazdım, Poli kadar güzel olmasam da siyah, gür, küt kesimli saçlarım yüzüme yakışıyordu. Başka da öyle dikkat çeken bir güzelliğim yoktu.
Evimiz bir buçuk insan eninde, iki insan genişliğinde, biz Kötükulların standartlarına göre ortalama bir evdi. Mutfağımız ve oturup yatmak için kullandığımız bir odamız daha vardı, tamam işte. Oturma odasında babaannemden kalma büyükçe bir Ulu posteri asılıydı. Zorbattı'nın şartlarına göre böyle bir poster iyi para ederdi ama satamazdım. Çünkü manevi değeri vardı.
Poli'nin içi daralmaya başlamıştı, bunu gözlerinin dolmasından ve oturduğu yerde önüne bakıp hiç ses çıkarmamasından anlamıştım. Yanıma geldi. Gözlerini kapatıp başını dizine yasladı. "Abla..." dedi. İçim burkuldu, çünkü bana ancak çok üzgün olduğu zaman abla derdi.
"Bana Ulu'nun hikâyesini anlatsana. İnsanların mutlu olduğu bir dünyayı anlat. Hayal kurmaya öyle ihtiyacım var ki..."
Anlıyordum onu. Derin bir nefes aldım. Ve geçmişimizi, Ulukara'nın geçmişini anlatmaya başladım:
“Bundan yüz elli yıl önce, dünya bambaşka bir yermiş Poli. İnsan sayısı çokmuş, milyarlarca insan yaşarmış. Ülkeler varmış, uluslara göre ayrılan. Ulus, böyle aynı dili konuşan kendine özgü kültürü, yaşayışı olan insan topluluğu demek... Yüzü aşkın ülke varmış, yüzü aşkın farklı yaşam stili. Hayal edebiliyor musun o kalabalığı? Ne kadar renkliymiş dünyamız. Ne kadar güzelmiş.
İnanamadın değil mi? Tüm bunlar gerçek! O zaman insan sayısı çok fazla olmasına rağmen şimdiki gibi sınıflar yokmuş. Tüm insanlar eşit ve hürmüş. Ülkeler arası bazen çekişmeler olsa bile kimse kimsenin ayağına kapanmak zorunda değilmiş. Bunu tercih edenler az da olsa varmış; ama onurlu yaşamak her zaman mümkünmüş.
Sıradan bir insan parlak bir fikirle güzel işler yapabilirmiş, dışarı çıkıp gezebilir, istediğini yiyip içebilirmiş. Aslında sıradan insan diye bir kavram yokmuş. Tüm insanlar seçkinmiş.
Poli, uyudun mu?”
Gözleri kapanıyordu. Ama tam olarak dalmamıştı. Devam etmem için işaret verdi.
“2022 yılında, bir ülkenin küçük, şirin bir köyünde bir erkek çocuğu dünyaya gelmiş. İsmini Rae koymuşlar.
Rae büyümüş, belli eğitimler almış. Bu eğitimler bilim, sanat ve siyaset üzerineymiş. Dünyada her ne alan varsa, Rae onda uzmanmış Poli. Mükemmel değil mi?
Rae, zaman içerisinde halkının lideri olmuş. Bütün dünya onun peşinden yürümüş. 'Ulu' demişler ona, yüce, büyük. Bundan sonra gerçek adı olan Rae unutulup, yerine Ulu kullanılır olmuş.”
Buraya geldiğimde Poli’nin dizimde mışıl mışıl uyuduğunu fark ettim. Sessizce kalktım, üstünü örttüm. Aman, üşümesin. Hastalanırsa ilaç bulamayız. Ona bir şey olursa dayanamam ben. Biricik kardeşim, kardeşten de öte dostum o benim.
Küçüklüğümü hatırladım birden. Bu hikâyeyi babaannem anlatmıştı bana. Babaannem dışında bir büyük tanımamıştım, hatta “babaanne” terimini benden başka kullanan duymamıştım. Gerçeği bilen, objektif düşünebilen, akıllı bir kadındı. Lider ruhu taşıyordu. Ta ki ben beş yaşındayken Seçkinler onun müthiş düşüncelerini fark edip onu öldürene kadar. Tek suçu Ulu'nun veya Seçkinlerin senin benim gibi insan olduğunu, onlara tapılmayacağını söylemesi oldu. Acımasızca dövdüler onu. Saatlerce… Hep bir gülümseme vardı yüzünde, acı çekerken, hatta kanına hava enjekte edilip öldürülürken bile…
Sanki on beş yıl öncesine dönmüştüm, ayağa kalkıp haykırmak istedim. Ulu sadece aptal bir adamdı, bundan yüz küsur yıl önce, hâlâ kültürler varken var olan binlercesinden birisi! Hayatta otoritenin onsuz yapamayacağı şeyler de vardır, bugün olmasa bile sevgi, dostluk, iyilik, mutluluk hatta bilim ve din gibi! Hepsini yok ettiler kalbimizde. Oysa bir devlet bunları güzelleştirmeliydi. Hayatı yok etmemeliydi, renk vermeliydi.
Ulu'nun amacı insanları kendine köle etmek değildi. İnsanlar onu sevdiler. Ulu'nun hayran sayısı her geçen gün arttı. Öyle ki o meydana çıktığında, onu dinleyen kalabalık ufka kadar uzanırdı. Kazandığı paraları fakir çocuklarla paylaştı, onların da gönlünü kazandı.
Ulu halkıyla dosttu, diğer başkanların kendini büyük görmesine karşılık Ulu'da hiç öyle bir şey yoktu. Ulu'ya ulaşmak kolaydı. Halk mutluydu, Ulu mutluydu.
Ta ki III. Dünya Savaşı’na kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Kentin İsyancısı
Science Fiction"Bundan yüz elli yıl önce, dünya bambaşka bir yermiş Poli. İnsan sayısı çokmuş, milyarlarca insan yaşarmış. Tüm insanlar eşit ve hürmüş. Ülkeler arası bazen çekişmeler olsa bile kimse kimsenin ayağına kapanmak zorunda değilmiş. Bunu tercih edenler a...