5 yıl sonra...
Ben Belda. Tam adıyla, Belda Assen Paradas.
Bir devlet kurulalı uzun zaman geçti. Bu süreçte yepyeni ve adil bir sistem oturtmaya, bilim ve felsefeye dayalı gelişme sistemleri kurmaya çalıştı herkes. Her birimize, büyük işler düştü.Toplumun paryası statüsündeki, senelerce ezilip, horlanıp, cahil bırakılan Kötükullar, kölelik psikolojisinden kurtulmaya ve entellektüel birikimlerini artırmaya adadılar kendilerini. Farkındaydık ki, ahlakla doğru orantılı olarak artan bilgi, insanı daha da hayran bırakırdı yaşadığı dünyanın ne güzelliklerle kurulduğuna. İnsan denen canlının, nasıl da bunca güzelliğe ket vurduğuna... Bilgisi, ahlakıyla birlikte arttıkça empati duymayı öğrenirdi insan. Bilgili olup da tüm birikimini çıkarları için yaşadığı çevreye zarar vermeye uğraşanlara karşı bilgisiyle savaşır; iyi şeylerin ucundan tutmak isteyip, başlangıç noktası tayin edemeyenlerin elinden tutardı.
Seçkinler, eskiden toplumun tartışmasız üstün insanları olanlar, yüreği temiz küçük bir çocuğun koca koca kitaplar devirmiş adamlardan daha basiretli ve iyi yürekli olabildiğini görünce, törpülediler sönmez kibir ateşlerini. Yaşadıkları dünyanın hizmetine sundular bilgilerini.
Herkes fedakarlık edince bir parça hayatı zindan eden hırslardan, Yaratıcı da doğanın bolluğunu cömertçe sundu önümüze. Tarım ve hayvancılık hiç olmadığı kadar artmıştı. Ormanlara giden kaşifler, değişik bitkilere ait tohumlar ve yavru, canlı kuş, tavşan türleriyle -hepsinin adını bizlere Rae söylüyordu- dönüyorlardı.Bir gün Rae'yi, yüz yıl önce bir grup insan dışında herkesin öldüğü Üçüncü Dünya Savaşı'ndan itibaren bir dondurucu yardımıyla Livezula Devleti'nin yıkıldığı yıla kadar baygın kaldıktan sonra uyanan eşimi, düşünceli bir şekilde buldum.
Omzuna dokundum. Yine, geçmişte bir yerlerde gömülü olan eski hayatını mı özlüyordu acaba? Bunu ona sordum."Hayır," dedi. "Özlem değil bu. Sadece korkuyorum."
"Niçin?" Verdiği cevap beni şaşırtmıştı.
"Niçin mi?" Uzaklara daldı Rae. "Belda," dedi, "...insanlığın felaketi her zaman refahın artmasıyla başlamıştır."
"Nasıl yani?"
"17.yüzyılda, yaklaşık beş yüz yıl önce modern teknolojilerin temeli atılmıştı. Buhar makinasıyla... Bu, teknoloji adına iyi bir gelişmeydi ancak doğa için felaketin başlangıcı oldu."
"Teknoloji kötü bir şey değil!" diye çıkıştım.
"Teknoloji bir silahtır Belda. Kullanan kişiye göre faydalı ya da zararlı olur. İnsanlar anlayışsız, bencil ve acımasızken, geliştirdikleri makineler ne kadar insaflı olabilir?
Moda adına birçok kuşun tüyleri için avlandığı, neslinin bitme noktasına getirildiği bir dönem... Buharlı makineler, havayı kirletmeye başladı. Zararlı gazları süzen filtreler kısa bir süre sonra icat edilse de, benim yaşadığım yüzyıllara gelene kadar, birçok fabrika sahibi bunu kullanmaktan kaçındı, masraf olmasın diye.
Kirlilik sadece bununla sınırlı değildi. En temiz, en temel ihtiyacımız olan suyu da aldılar elimizden. Tonla petrol döküldü okyanuslara kazayla, taşınırken. Ya bilerek yapılanlar? Sırf düşmanlık ve menfaatler uğruna, nükleer atıklar atıldı Afrika kıyılarına."Kalbim hızlanmıştı. Rae'yi daha önce hiç bu kadar hüzünlü görmemiştim. Nükleerin ne olduğunu sorduğumda, verimli bir enerji kaynağı olduğunu ancak en küçük ihmalde düşünebileceğim en kötü şekilde insanı öldürdüğünü anlattı bana.
"Bıçakla yaralanmaktan da kötü..." dedi bana. "Bombayla patlatılmaktan da... Toprağa diri diri gömülmekten de... Nükleer sızıntı, kendine yakın olanları yakar. Uzak olanları kansere yakalandırır. Doğacak çocuklarının dahi hayatını mahveder."
Anlattığı dehşeti hayal edemiyordum.
"Yüzyıllarca, birçok kirlilik çeşidiyle havayı, suyu kirlettiler. Toprağı betonlaştırdılar, ağaçlarımızı aldılar elimizden."
"Ağaçları mı kestiler, peki neden?"
"Hem de kökünden... Bazen yeni binalara yer açmak, bazen tarla yapmak, bazen de sadece politik sebeplerden. Oysa kestikleri her ağaçla birlikte temiz havayı da tükettiklerini bilmiyorlardı. Ağaçlar oksijen üretir, havayı temizler..."
Zorbattı'da, doğup büyüdüğüm eyalette ağaç yoktu. Belirli bir yaşa kadar hiç şehrimden dışarı çıkmamış olduğum için, ilk kez bütün sınırlarımı yıkıp ormana girdiğimde ağaçların görkemi beni ürkütmüştü. Aslında hâlâ biraz korkuyordum ağaçlardan ama aldığımız nefesi bizlere verdiklerine göre onları sevmeliydim.
"Yüzyıllar boyu tahrip yüzünden hızla tükenişe doğru gidiyordu artık dünya. Petrol... Yer altından çıkan zehirli yakıt. Alternatif kaynaklar olmasına rağmen, petrol hırsı için çok canlar gitti savaşlarda. Nihayet, beklenen büyük savaş çıktı. İnsanlığın büyük bir kısmı haritadan silindi.
Şimdi, dünyanın yıkılışından yüz sene sonra, burada yeni bir medeniyetin temelleri atılıyor. Bense, yine aynı hataların tekrarlanmasından korkuyorum doğrusu. Bundandır hüznüm."
Uzaklara bakarak daldı.
Bir süre kelimeleri dilimin ucunda döndürdüm. Neler söyleyeceğimden emin olunca konuşmaya başladım.
"Biz, sizinkiler gibi olmayacağız," dedim. "İlkelerimize daima sadık kalacağız."
"Derin bir inanç ve adalet duygusu olmadıkça... Bizimkilerin de ilkeleri vardı."
"Hırslarına yenik düştüler," dedim. Sözüm tıkanmış gibi hissederken, bir canlı emekleyerek yanımıza geldi. Bir yaşındaki kızımız Raeda, bir babasına, bir bana bakıyordu. Kucağıma aldım.
"Umudumuz," dedim. "Geleceğin insanı."
Biraz olsun gülümsedi Rae. "Ona çok şey öğreteceğim," dedi.
"İnsan olmanın, merhamette saklı olduğunu öğreteceğim. Kötülüğe nefret duymasını ve bedeli ne olursa olsun, adaletin bekçisi olmayı öğreteceğim.
Hayvanların da duyguları olduğunu söyleyeceğim ona. Hayvanın et, süt ya da derisinden faydalanılsa bile bunun belirli sınırlar çerçevesinde olduğunu, eziyet etmeye asla hakkı olmadığını öğreteceğim.
Çiçeklerle tanıştıracağım küçük yaşta. Sonra ağaçlarla... Yaş kesenin, baş da kesebildiğini öğreteceğim.
Çevreye, en az kendi odası kadar dikkat etmesini sağlayacağım. Çöpleri olmaması gereken yerlere bırakmanın kabul edilemeyeceğini öğreteceğim.
İnsanı öğreteceğim ona. Hangi politik veya kişisel çıkar olursa olsun, bir çocuğa silah doğrultulmayacağını öğreteceğim. Küçük yalanların büyük yıkımlara yol açtığını öğreteceğim. Sonsuzu alsa doymayan hırslarımızı, akıl süzgecinden geçirmeyi ve azın, bazen çoktan daha nitelikli olduğunu öğreteceğim."
Raeda bebek, bütün bunlardan habersizdi henüz. Ufka yaklaşan güneşin etrafındaki bulutları seyrediyor, ara ara da onu tutan ellerimle oynuyordu. Koca bir dünya bekliyordu onu, büyük sınavlar...
Rüzgâr artınca içeri girdik. Güneş veda ediyordu, saatler sonra yeniden doğmak üzere. Aslında her gün geliyordu, suyun ve havanın hep var olduğu gibi. Yeter ki, havada ve karada düzeni bozmayalım bir insanlar. Şükran içinde, bir çocuk kalbiyle sarılalım bize emanet edilen doğaya...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Kentin İsyancısı
Fiksi Ilmiah"Bundan yüz elli yıl önce, dünya bambaşka bir yermiş Poli. İnsan sayısı çokmuş, milyarlarca insan yaşarmış. Tüm insanlar eşit ve hürmüş. Ülkeler arası bazen çekişmeler olsa bile kimse kimsenin ayağına kapanmak zorunda değilmiş. Bunu tercih edenler a...