Şafak söküyordu.
Dağın zirvelerinden aşağı inmeye başlamıştık sükûnet içinde.
Geride kalmıştı çocukluğumu kucaklayan çıplak dağlar.
Şimdi yavaş yavaş sıklaşmaya başlayan, tekinsiz ağaçlar vardı. Hiçbirimizin canlı görmediği -Rae hariç tabi- kötü sonlu masallarda anlatılan huzursuzluk simgesi ağaçlar.
Sis basıyordu her tarafı.
"Herkes sıkı tutunsun!" diye bağırdı Erina. Sis olurdu ama öylesini düşlerimizde dahi görmemiştik.
Bir Rae'nin, bir önümde yürüyen diğer insanların koluna tutunuyor ve yoluma devam etmeye çalışıyordum.
Tüm Seçkinleri ölüm sessizliği bürümüştü. Bu durgunluğu, bu güvensizliği anlatmaya bilimin de gücü yetmiyordu.
"Ah Güneş, doğsaydın!" dedim içimden. Bu alacakaranlık, ton ismi veremediğim koyu mavi renk beni öldürecekti.
Rae hariç hiçbirimiz mutlu değildik. Beyefendi ise seviniyordu içten içe, mavi huzurun simgesiymiş onlarda.
Ruh halimin tek açıklaması vardı: Korkuyordum. Kafamdaki her şeyi unutup yoluma odaklanmaya çalıştım.
Hava biraz daha aydınlanmıştı. Üşüyordum ama... Hem de çok.
Sis iyice yoğunlaşmıştı, önümüzü bile göremiyorduk artık.
Bir ara Rae kolumdan tuttu "Belda bak!" dedi hayran olmuş bir ses tonu içinde. "Kafanı kaldır."
Çığlık attım.
Altın rengi bir güneş ufuklar arasından yükseliyordu. Bulutlar kıpkırmızı bir yakut gibi ışıldıyordu. Dağlar... Önümüzde gibi duran ama aslında aramızda çokça mesafe olan dağlar o korkunç yeşil devlerle doluydu!
"Korkma Belda" dedi Rae, "Ağaçlar düşman değildir."
Düşünemiyordum, beklemiş kestane suyu içmişim gibi başım dönüyordu. Bir ara yanımdaki herkesi kaybederek tek başına yürüdüm.
Birden o sarhoşluk içinde bir manzara gördüm. Erina ve Rae önden gidiyorlardı. Önlerinde uçurum vardı. Erina... Rae... Uçurum!
"DUR!" diye haykırdım.
Koşmaya başladım.
Erina Rae'ye bunu yapamazdı hayır! Uçurumdan atamazdı onu!
Arkamdan seslenenlerin hiçbirini duymadım. Rüzgâr gibi, zaman gibi koştum.
"Rae!" diye bağırdım, yanlarına yaklaşıyordum, sis yavaş yavaş dağılıyordu, arkamdan herkes bağırıyordu. Erina'nın Rae'ye zarar vermesi imkânsızdı ki... Düşünemedim, düşünemezdim.
Oysaki Erina ve Rae bir zarar gelmesin diye el ele tutuşmuşlardı.
Yanlarından hızla geçtim. Kendimi durduramadım ve on insan boyu yükseklikteki uçurumdan aşağı yuvarlandım. Islak bir zemine düştüğümü ve bacağımın kırıldığını hatırlıyorum sadece. Ve ardından bilincimi kaybettim.
. . .
Ne zamandır burada yattığımı hatırlamıyordum. Karanlık ve rutubet kokusu vardı etrafta. Kapalı bir yerdeydim.
"Rae... Erina..." diye inledim.
"Ne o, sevgili Rae'n ve Seçkinlerin seni terk mi etti?" dedi birisi alay eder bir ses tonuyla. Loş ışığa gözlerim alışınca onun bir asker olduğunu gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Kentin İsyancısı
Science Fiction"Bundan yüz elli yıl önce, dünya bambaşka bir yermiş Poli. İnsan sayısı çokmuş, milyarlarca insan yaşarmış. Tüm insanlar eşit ve hürmüş. Ülkeler arası bazen çekişmeler olsa bile kimse kimsenin ayağına kapanmak zorunda değilmiş. Bunu tercih edenler a...