Bugün, Zorbattı Laboratuarı'nda ayrı bir hareketlilik vardı.
Herkes sohbet etmeden yemeğini hızlı hızlı yedi. Sonra hemen çalışmaya koyuldular. Orada tek başına kalıvermiştim. Erina'yı görmemiştim bile.
Bu garip telaşın sebebini anlayamamıştım. Kalktım, biraz bahçede yürüdüm. Hayret! Normalde en az on ya da on beş görevli olmasına rağmen bugün kapıda iki nöbetçi acliasktan başka kimse yoktu. İçeri girdim. Kütüphane, özel laboratuarlar... Hepsi bomboştu. Gelen seslerden anlaşıldığı üzere herkes Genel Salon'a toplanmıştı. Genel Salon'un kapısını zorladım. Kilitliydi.
Birden içime yakıcı bir düşünce doldu. Beni içeride istemiyorlardı.
Bugün ben de bir tuhaftım doğrusu. İçim kıpır kıpır kaynıyor, beynim tüm dünyayı etkileyecek bir buluş yapacakmışçasına vızır vızır çalışıyordu. Evet, bugün mutlaka bir şeyler olacaktı! Babaannem hakkında okuduğum şeyler, son günlerde öğrendiklerim, hatırladıklarım beni bir sonuca götürüyor, fakat bu sonucun ne olduğunu kestiremiyordum. Yapbozun bazı parçaları eksikti.
Belki de hayatımda ilk kez, baskı olmadan derin derin düşünme fırsatı bulmuştum.
Kim haklıydı bu yüz on yedi yıllık savaşta?
Medeniyete, kültüre, bilgiye sahip olan Seçkinler mi?
Yoksa daha iyi şartlara kavuşmak istemesine rağmen, hiçbir itiraza cesaret edemeyen Kötükullar mı?
Uzun uzun düşündüm. Belki de saatlerce sürdü. Ama kalbimi ve aklımı tatmin eden bir sonuca ulaşmayı başardım.
Eğer bir varlık ruh ve benlik taşıyorsa, yani insansa, kim olursa olsun özgürlüğü hak ettiğine karar verdim.
Bir insan yoksul olabilir. Engelli, uzuvları eksik olabilir. Cahil veya kültürsüz de olabilir. Ama ne olursa olsun özgür olmalıdır.
Çünkü özgür olma hakkı, yaşama hakkından hemen sonraki temel haktır. Bir anlamda yaşamın amacıdır.
Hayır, özgür olmak başıboşluk sevdası değildir. "İlk neden"e ulaşma isteğidir. Eğer varlık ve yokluk keskin çizgilerle ayrılmışsa ve fizik varlıklar olarak bu çizgiyi geçemiyorsak, varlığımızın sırrı varın yoğa, yoğun vara dönüştüğü yerdedir. Yani sonsuzluktadır.
Sonsuz bir güç sahibi, biz yokken varlık çizgisinin öte yanına geçirmiş bizi. Yoksa burada olamazdık. Dünyayı, yüzümüzün hatlarını, algılarımızı en uyumlu bir şekilde tasarlamış birisi. Tesadüf, rastlantı olamaz bütün bunlar. Bilinçli bir "el", "sonsuzluk" kelimesinin bile tarif edemediği bir Yaratıcı tarafından yaratıldık.
Sadece ona itaat etmek varken neden sonlu varlıklara köleleştirir ki kendini insan?
Belli bir dinimiz yok, zaten olsaydı Seçkinler tarafından çoktan topluca katledilmiş olurduk herhalde. Fakat babaannem bana hep çocukluğumdan beri o tek Yaratıcı'yı anlattı. Ona nasıl ibadet edeceğini bilmediği için hep acı çekmiş.
Kendimi yokluyorum, sanırım, ben de aynı acıyı yaşıyorum.
...
Gerçekten ailesinden kaçırılmış bir Seçkin miydim, yoksa Kötükul mu bilmiyordum ama artık bunun öneminin olmadığını hissediyordum. Ne olursa olsun Kötükullar esaretten kurtarılmalıydı; ama önce kafalarının içinde. Bu sistemden rahatsız olmaları sağlanmalıydı. Bir şeylerin yanlış gittiğine onları nasıl ikna edeceğime dair en ufak bir fikrim yoktu.
Bir an düşüncelerimden sıyrılarak pencereden baktım. Eyvah! Güneş batmak üzereydi. Toplantı bitecekti ve benim bir şeyler yapmak için tek fırsatım yok olacaktı.
Ne yapacağımı bilmez halde Erina'nın özel çalışma odasına çıktım. Kapı kolunu çevirdim. Açılmıyordu.
Sonra Erina'nın bana verdiği kitap geldi. Erina anahtarını kitap arasına koymaz mıydı hep? Belki o gün dalgınlıkla içinde unutmuş olabilirdi. Kitabı bir koşu getirdim. İçini karıştırdım. Kart şeklindeki anahtar oradaydı.
Kapıyı açtım. Ne aradığımı bilmeyerek çekmeceleri karışıtrmaya başladım. Dosyalar çıkıyordu hep: deneyler, teoriler, tasarılar... Hiç birinden bir şey anlamıyordum.
Sonra aniden dosyanın birinde ismimi gördüm. Elime onu alıp dikkatle okudum. Başlığı "Empati Deneyi"ydi. Okudukça sinirim artıyordu. Meğer beynimdeki düşünceler bir çip yardımıyla değiştirilmiş. Seçkin falan değilmişim, alakam bile yokmuş.
Tahmin etmiştim!
"Bu deney başarılı olursa, tüm Kötükulları robot haline getirebileceğiz." diye bitiyordu yazı.
Onlara nasıl inanmıştım? Kendimi aptal gibi hissettim.
Benimle ilgili başka bir şey olup olmadığını anlamak için dosyalara bakmaya devam ettim. Yüzlerce dosyaya baktım ama yoktu.
Tüm çekmeceler bitmiş, son bir tane kalmıştı. Buradakiler en eski dosyalardı artık. Erina'nın otuz beş yaşında olduğunu düşünürsek, herhalde on beş yıl önceki ilk deneyleri.
Yanılmamıştım. Erina'nın Bilim Efendisi olduğu ilk üç seneye ait deneyler dosyalardı bunlar. Genelde gözlem ve istatistikler vardı. Pek dişe dokunur bir şey bulamadım.
Tam çekmeceyi kapatırken dipte çok eski bir not kâğıdı gördüm.
"Erina,
Rebecca ve Rebel'i ömür boyu kalacakları deneyleme odasına götür. Bilim Efendilerine, onları çok ağır deneylerde kullanmamalarını tembih ettiğimi söyle. Şimdilik ufak, pek acı vermeyen telegram yöntemleri yeter. En az on yıl dayanmaları lazım.
Hocan."
Telegram mı? Rebecca ve Rebel de kimdi? Pek anlamadığım bu notu masanın üzerine koyarken arkamda bir çığlık patladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Kentin İsyancısı
Science Fiction"Bundan yüz elli yıl önce, dünya bambaşka bir yermiş Poli. İnsan sayısı çokmuş, milyarlarca insan yaşarmış. Tüm insanlar eşit ve hürmüş. Ülkeler arası bazen çekişmeler olsa bile kimse kimsenin ayağına kapanmak zorunda değilmiş. Bunu tercih edenler a...