Bunları düşünüyorken dalmışım, kapı hızlı hızlı çaldığında yerimden sıçradım.
Telaşlanmamak elde değildi. Birincisi, bizim kapımız çalmazdı. İkincisi, böyle sertçe hiç çalmazdı. Hiç hayra alamet değildi durum. Kapıyı sakin olmaya çalışarak açtım.
Kapıdaki iri bir askerdi. Biz Kötükullara karşı Seçkinlerin kullandığı askerlerden. Bu tür bir görevliyi en son hatırladığımda… Her neyse.
“Belda Assen?” dedi sert bir sesle.
“Buyurun, benim.”
“Bilim Efendilerimiz tarafından isteniyorsunuz. Yarın Zorbattı Laboratuarı’nın tam önünde hazır ol vaziyetinde bekleyin. Tam 14’te. Geç kalmayın.”
Asker cevap beklemeden giderken, ben olduğum yere yığıldım kaldım. Bilim Efendileri, yani Seçkin sınıftan olan bilim adamları, bir Kötükulu asla iyi bir şey için çağırmazlardı.
İğrenç bir deneye kadavra olarak kullanılabilirdim. Yeni bir işkence yöntemini üzerimde deneyip attığım çığlıklara gülebililrlerdi. Seçkinlerden her şey beklenirdi. Özellikle bir Kötükul söz konusuysa. Veya o Kötükul, ideali ve halkının mutluluğu için canını vermiş bir kadının, Elma Assen’in torunuysa.
Belki ölürdüm. Ne güzel olurdu! Babaanneme, mutlak özgürlüğe ve sonsuzluğa kavuşurdum.
Bu düşündüğümü babaannem duysaydı eğer, muhtemelen şöyle derdi:
− İyi misin Belda? Burada seni bekleyen bir halk varken sen nasıl ölmeyi düşünürsün! Evrenin yaratıcısı sormayacak mı, bu halk senden özgürlük bekliyor. Yavrucuğum yükün ağır… Atamazsın, satamazsın.
Ah babaanneciğim, haklıydın. Yıllar öncesinden görmüştün bugünleri. Bazen bu yük öyle ağır geliyor ki bana… Keşke ben de dondurulsaydım.
Hatırlıyorum, babaannem bunu dört yaşındayken söylemişti bana. Sonra III. Dünya Savaşı’nı anlatmıştı, büyüklerinden duyduklarıyla.
III. Dünya Savaşı’ndan önce bütün insanların öleceğini hesaplayan bir grup bilim adamı, deneyler yapmışlar hayatta kalmak için. Hiçbiri başarılı olmamış. Son deney, son umut için Ulu kaçırılmış. Dondurma işlemi başarılı olmuş. Ulu, yüz yılda ancak bir yaş atlamak üzere cam tabutlarda donukmuş şimdi. Yeri bilinmiyormuş.
Savaşta çok güçlü hidrojen ve atom bombaları kullanılmış. Kimse hayatta kalamamış, hiç kimse. Sadece deneyi başlatan bilim adamları - yirmi kişilermiş onlar da - ve bin kadar gariban.
O bilim adamlarının kalanları yönetmek için sadece tek aracı varmış: Ulu’dan kalanlar. Bilgiler... Yalanlar... İnsanlara Ulu'yu sevdirmişler önce. İnsanlar Ulu hakkında bir şeyler bilmek istemeye başlamışlar. Tabi, dünyadaki tüm sistemler yıkıldığı için araştırma imkânı yokmuş. Tek bilgi kaynağı, bilim adamlarıymış. Bilim adamları Ulu hakkında sadece kendilerinin bildiği bilgilerle insanları kışkırtmış. İnsanlar, o bilgilere kavuşmak için her şeyi yapar hale gelmişler. Bilim adamlarının emrine girmek zorunda kalmışlar, sadece sevdikleri hakkında iki satır bir şey bilebilmek için!
İşte bundan sonra benim ve bütün Kötükulların bildiği kısım başlıyor.
Emir altına giren insanların soyundan gelenlere Kötükullar denmiş, hiçbir hakka sahip olmayan, dünyada fazlalık olarak yaşayan insanlar. Kötükulların tek varlık amacı Seçkinlere hizmet etmektir. Seçkinlerin kölesi olduğunu kabul etmeyen, farklı fikirler öne süren Kötükul ölüme mahkûmdur.
Bizlere yiyecekler kısıtlı verilir, Seçkinlerin önünde ne kadar güzel eğilirsek o kadar işte. Eğitim, hastalanınca tedavi alma gibi haklardan yoksunuz. Bir de kurallar var. Seçkin sınıftan birinin yüzüne bakmamız yasak. Seçkin önümüzden geçerse önünde eğilmek zorundayız. Bir de akrabamız olmayan bir Kötükulla kavga edemeyiz veya yakın dostluk kuramayız.
Eğer kurallara uyarsak Ulu'yu gerçekten seviyoruz. Uymazsak Ulu'yu sevmiyoruz ve onu çok seven (!) Seçkinler bizi cezalandırır.
Durumun saçmalığını siz de fark etmişsinizdir.
İşte bize bu dayatmalarla yüz on yedi yıldır kan kusturdular!
Ha, bir de Görevliler var. Görevliler, Seçkinlere asker, polis, temizlikçi, çaycı vs. hizmet ederler ve karşılığında tedavi hakkı alırlar. Biraz da fazla yiyecek tabii. Kibirleri, kölelik konusunda bizimle eşit olduklarını gölgelemiyor.
Bugün Seçkinler toplam yüz yirmi kişi ve yeryüzünün en acımasız insanlarından oluşuyorlar. Lüks içinde yaşıyorlar.
Beni delirten, kimsenin bu düzene itirazının olmaması. Özellikle de Kötükulların... Bir isyan çıkacak olsa, önce Kötükullar taşlar isyancıları. Ulu'yu sevmeye takmışlar kafayı. Yemişim öyle sevgiyi! Onların yaptıkları kölelik, Seçkinlere tapmak!
En son isyan bu muhitte, Zorbattı’da on beş yıl önce çıktı.
Kimse yardım etmemişti babaanneme. Yaşlı kadına yapılan insanlık suçlarına kimse sesini çıkarmamıştı…
Herkes, dilsiz şeytan olmuştu…
Ve o, ölürken bile gülümsemişti dünyaya…
İşte ben düşünürüm, böyle düşünürüm: Tehlikeli ve muhalif. Poli kafamdan korktuğunu söylemişti bir keresinde. Bir iki tanıdık, beni bunun kader olduğuna, düşüncelerimden vazgeçmek için ikna etmeye çalışmışlardı. Ama olmadı.
Bir isyan başlatmak hep aklımda. Ama fırsatım olduğunda cesaretim olmuyor, cesaretim olduğunda ise fırsatım…
Şu anda ise, cesaretin kırıntısı yoktu bende. Keşke zamanı durduran bir alet olsa, gitmesem o laboratuara. Olmaz mı?
“Aman be Belda” dedim kendime. “Sana yakışır mı ah vah etmek? Babaanneni düşünmeyecek misin? Korkma, onlar sadece bir sürü.”
Dilim bunları söylüyordu, evet. Ama vücudum titriyordu. Hayır, vücudum değil. Kalbim titriyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Kentin İsyancısı
Science Fiction"Bundan yüz elli yıl önce, dünya bambaşka bir yermiş Poli. İnsan sayısı çokmuş, milyarlarca insan yaşarmış. Tüm insanlar eşit ve hürmüş. Ülkeler arası bazen çekişmeler olsa bile kimse kimsenin ayağına kapanmak zorunda değilmiş. Bunu tercih edenler a...