"Gelmek üzereyiz." dedi Erina. Yaklaşık yirmi dakikadır dar, kaygan, karanlık bir tüneli tırmanıyorduk.
"Şu an 'Köstebek Geçidi'ndeyiz. Ulukara ilk kurulduğunda, dışarıdan gelebilecek muhtemel saldırılara karşı sığınak olarak yapıldı. Tabi sonradan dışarıda insan olmadığı anlaşılınca istihbarat için kullanılmaya başlandı."
Hiçbirimiz ses çıkarmıyor, hepimiz Erina'yı dinliyorduk.
"Bu tünel çok uzun ve karışıktır, birçok yolun sonu çıkmazdır. Bilmeyen birisi asla istediği yere ulaşamaz. Burayı bilen de başkan ve yardımcılarıdır. Başkası öğrenirse anında ortadan kaldırılır."
"Biz yani." Güldü Rae.
"Şu anda birçok kuralı çiğnedik zaten, temizlenmemiz an meselesi." Devam etti Erina. "Bu da demek oluyor ki bu savaşı biz kazanmak zorundayız."
Gelmiş olmalıydık, Erina durakladı, kapağı ittirdi ve içeriye ışık doldu.
"Erina!" dedi Matt. "Neredeydin?"
Sonra bizi gördü.
"Hey! Bu Kötükulun..." Beni işaret etti, sonra Ulu'yu fark etti. "Aaa! Bir Sanat Efendisi. Ne oluyor, Erina?"
"Öncelikle..." Derin bir nefes aldı. "Buradaki adam Sanat Efendisi değil. Ulu'nun ta kendisi."
Bütün laboratuardan şaşkınlık nidaları yükseldi. "O savaşta yok oldu!" diye itiraz etti birisi. Bir diğeri de "Aslında Ulu diye bir şeyin olduğuna inanmıyordum" itirafını yaptı.
Erina, "Açıklayacağım. Sakin olsun herkes." derken camdan taşlar yeniden atılmaya başladı.
"Asıl burada ne oluyor Matt?" Kızmıştı.
"Erina'cığım, senin işbirliği yapmak istediğin güzel medeni(!) Kötükullar bize sürpriz yapmak istemiş."
"Bana laf sokmayı bırakın da bunu durdurmanın bir yolunu bulalım."
"Şey..." dedi Matt "Aslında bir Kötükul kız buraya gelmişti. İsyanı durduracağım diye. İsmi Moli miydi, neydi?"
"Poli olmalı!" diye düzelttim.
"Evet, Poli. Seni görmek istedi. Ben de onu geçide gönderdim."
"Eee, rastlamadık ama..." Poli için endişelenmeye başlamıştım.
"Yolu iyi tarif etseydin." dedi Erina.
"Sorun da o ya. Unuttum. Daha doğrusu son anda aklıma geldi." Matt başını eğdi.
"Salak!"
Gözlerim irice açılmış, nefesim hızlanmıştı.
Kardeşim... Şimdi kayıp mıydı?
. . .
Poli saatlerdir tünelde debelenip duruyordu. Bayılacak kadar yorulmuştu ama mahzeni bulamamıştı.
"Adiler! Beni kandırdılar." diyordu içinden.
Oturdu. Zorbattı'dan çok uzaklarda olduğunu sezinliyordu. Belki de burada ölecek, asla geri dönemeyecekti.
Bir ara dengesini kaybetti. Tutunmaya çalıştı, beceremedi. Yaklaşık iki kol boyu aşağı düştü.
Burada dışı çok hafif bir şekilde ışıklandırılmış bir kapak vardı. İttirdi. Çok ağırdı ama nihayet açılmıştı.
İçeriye girer girmez boğazında ılık metali hissetti. Ses çıkaramadı.
"Kimsin sen? Çabuk söyle yoksa pekmezini akıtırım."
Konuşmaya çalıştı. Zorlukla "Poli... Poli Assen." diyebildi.
"Kötükul musun yani?" dedi yumuşayan ses. Ortalık karanlık olduğu için sesin sahibi hâlâ görünmüyordu. Çıt çıt diye bir ses geldi. Çakmak taşlarını birbirine sürtmüştü. Zayıf bir ışık yandı. Oradaki, Poli yaşlarında bir genç kızdı.
"Buraya nasıl geldin?" diye sordu kız.
"Kardeşimi aramak için mahzene iniyordum. Yolu kaybettim veya kaybolmamı istediler." dedi Poli. "Sen kimsin? Burası neresi?"
Kız cevap vermek yerine yeni bir soru sordu. "Bu yolu başkan ve yardımcıları dışında kimse bilmiyor. Nasıl öğrendin?"
"Zorbattı'da büyük bir isyan var, kimse kuralları düşünemezdi." dedi Poli.
"Ne? İsyan mı? Harika!" Poli'nin şaşkın şaşkın baktığını görünce "Açıklayacağım sebebini, merak etme. Öncelikle tanışalım. Ben Gündoğdu'dan Dorita."
"Seçkin misin?" diye sordu Poli.
"Tam sayılmaz ama evet."
Dorita başından geçenleri anlattı ona, on bir yaşından beri burada hapisti. Aynı zamanda cellat olarak çalıştırıldığı için yalnızca idam olduğu zamanlar çıkabiliyordu.
"Buna Kestane Kılıcı deniyor, Kocazirve'nin tek ciddi silahıdır." dedi Dorita. "Burası çok karanlık, tek yiyebildiğim kertenkele ama dışarı çıkarılmayı istemiyorum. Çünkü insanın vücudunu boydan boya yarmak ve ateşte yanmasını izlemek iğrenç bir şey."
"Kaçamaz mısın?" dedi Poli.
"Yolu bilmeden asla. Kafesteki kuş gibi yakalanırım o zaman. Cellâtlık yapacağımda da gözümü bağlamaya dikkat ederler hep yolu öğrenmeyeyim diye. Ama belki sen beni kaçırabilirsin?"
Poli kafasını salladı. "Yolu bilseydim şu anda burada olmazdım."
"Erina'yı da ablam Surita'yı da asla affetmeyeceğim. Çocukluğum zavallıca burada tükenip gitti. İnşallah isyan başarıya ulaşır da Kocazirve'ye getirilirsin Erina! Seni ateşe atmak benim için büyük bir zevk olacak."
Poli bunu duyunca ateş değmiş gibi sıçradı.
"Kocazirve mi?"
"Evet."
Poli'nin gözleri doldu: "A-ama burası Zorbattı'dan çok uzak. Eve nasıl döneceğim?"
Dorita Poli'nin sırtını sıvazladı. "E akıllım madem yolu bilmiyordun niye geldin? Üzülme buluruz bir çaresini. İsyan nasıl çıktı, anlatır mısın?"
Poli anlatmaya başladı, Belda'nın çağırılışını, bir süre haber alamayışını, Belda'nın tuhaf bir şekilde eve gelmesini, düşüncelerinin değiştirilmesini...
"Sonra enerji hatlarında bir arıza olduğu açıklandı. Gittim baktım. Enerji ile alakası yok bildiğin tabut şeklinde aletler. Ulu'nun uyandığı söylentileri doğruymuş meğer. İnsanlar bunu anlar anlamaz galeyana geldi."
"Haklılar tabi, bunca yıl boş yere sömürüldüler." Dorita düşünceye daldı. "Ya bir şey soracağım, var mıymış Ulu isimli bir adam? Ben inanmıyordum, Kötükulları kandırmak için uyduruldu sanıyordum."
"Varmış. Ben de görmedim. Ah bir Belda'yla görüşebilseydim, o biliyordur."
"İlginç."
Bu sırada kapak açıldı, keskin bir fener ışığı hücreyi kapladı. Dorita'yla Poli çığlık atacak oldular.
"Kesin sesinizi! Kocazirve Yönetimi bizimle gelmenizi emrediyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Kentin İsyancısı
Science Fiction"Bundan yüz elli yıl önce, dünya bambaşka bir yermiş Poli. İnsan sayısı çokmuş, milyarlarca insan yaşarmış. Tüm insanlar eşit ve hürmüş. Ülkeler arası bazen çekişmeler olsa bile kimse kimsenin ayağına kapanmak zorunda değilmiş. Bunu tercih edenler a...