Başım ağrıyordu, sanki dağlar bırakılmıştı üzerime. Kuzey ışıkları beni terk etmiş, zifiri karanlık gece beynimi sarmıştı.
Karışmıştı zaman ve mekân kavramım. Kaç saat baygın kaldığımı, tam olarak nerede olduğumu ve bu tuhaf odaya nasıl geldiğimi hatırlayamıyordum.
Dakikalar geçtikçe, kendime geldim ve ayrıntılara dikkat etmeye başladım.
Tek başınaydım. Odada tek bir yatak ve karşı duvarda yanmayan kocaman bir lamba vardı, ben yatakta oturuyordum.
Yatağa uzanıp tavanda bir ayna olduğunu görünce çığlık attım. Çünkü sıradan bakımsız halimden eser yoktu. Bana ne olmuştu?
Saçlarım fönlü, gözlerime siyah eyeliner çekilmiş, yüzüm makyajlı... Üzerimde ise göğüs bölümünde fosforlu yeşil çizgileri olan dar siyah bir tulum vardı.
Önce şaşırdım. Sonra önemli bir şey fark ettim. Güzeldim. Hiç olmadığım kadar kusursuzdum.
Seçkinler bana ne yapmışlardı? Neden böyleydim? Canım hiç acımıyordu ve ölmemiştim. Oysa bu ikisi Seçkinlerin hep istediği şeydi. Nasıl olur?
Aklıma gelen yüzlerce ihtimalden en mantıklısı Ulu'nun uyanmış olmasıydı. Evet, öyle olmalıydı. Uyanmıştı ve bizi Seçkinlerden kurtarmıştı. Ulukara olarak mutlu bir hayata kavuşmuştuk.
Eğer bu olmadıysa, neydi?
Ben bu düşüncelere dalmışken kapı açıldı ve içeriye bir Seçkin girdi.
Kuraldı ama içimden hiç ayağa kalkmak gelmiyordu. Yine de ayağa kalktım, ceza almak istemiyordum. "Kesin geç kalktığım için beni azarlayacak" diye düşündüm.
Ama alışılmışın aksine Seçkin bana tebessüm ederek, "Rahat et, Beldacığım" dedi.
Artık Ulu'nun uyandığına emin olmuştum. Çünkü insan olduğumun, köpekleri olmadığımın ayrımına varmışlardı Seçkinler.
Sesli düşünmüş olmalıyım. "Sana köpeğimiz gibi davranmamız için hiçbir neden yok Belda" dedi karşımdaki Seçkin.
"Ya daha önce? Ulu uyanmadan önce?"
"Kimsenin uyandığı yok. Neden bahsettiğini anlamıyorum."
İşte şimdi şaşırmıştım.
"Bana neden iyi davranıyorsunuz o zaman?"
"Sana niye kötü davranayım? Sen benim kardeşim sayılırsın."
Bu kadarı yeterdi. Aniden kalkıp karşımdaki sarı saçlı Seçkinin yakasına yapıştım. Bağırıyordum:
"Yeter artık! Ne yapmaya çalışıyorsun söyle. Niye bu kadar iyi davranıyorsun? Niye? Bırak beni. Ben evime gidiyorum."
Arkamı dönüp giderken bağırdı.
"Senin evin burası. Bir Kötükul gibi davranma!"
Cevap verdim.
"Kötükulum zaten aptal!"
Asaletli ve kibirli bir eda takındı. Bilimsel bir açıklama yapıyormuşçasına, tane tane konuşmaya çalıştı.
"Geçirdiğin baygınlık aklını karıştırmış olmalı Belda Assen. Sen bir Seçkinsin. Asla Kötükul olmadın. Hayatının büyük bir bölümünü, Kötükul gibi yaşadın, hepsi o. Beynini bir yokla. Hak vereceksin bana."
Anılarımı gözden geçirdim. Çatışmalar vardı, kopukluklar, uyumsuzluklar... Şaşkınlığım kendime döndü bu sefer. Aklımdaki karmaşayı daha önce fark etmemiştim.
Sonra Seçkine hak vermeye başladım. Beynim bana, bir Seçkin olduğumu söylüyordu. Bu nasıl olabilirdi? Ben, yirmi yıl boyunca Kötükul olarak yaşamıştım.
Hâlâ çok karışıktım.
Kadın, afalladığımı görünce elini uzattı.
"Adım Erina."
Belli ki iyiliğimi istiyordu. Biraz önceki çıkışımdan pişman olmuştum. Elini sıktım.
Erina'yla laboratuarın kantinine doğru yürüdük. O sırada bana benim başımdan geçenleri anlattı.
"Kötükullar..." dedi içini çekerek. "İnsan değiller ve hiçbir şeyi hak etmiyorlar."
"Bunu da nereden çıkarıyorsun? Kötükulların bize hizmet etmek zorunda olmasının tek sebebi geldikleri soy değil mi? Sonuçta onların ataları Ulu'yu korumuyorlardı. Bizim atalarımız da canları pahasına Ulu'ya sahip çıktılar." Bu söylediklerim insanlara öğretilenlerdi. Gerçekte olanlar değil, mi acaba?
"Hakkın var." dedi Erina. "Ama tek sebebi bu değil, asla. Biz Seçkinler, böyle aptal bir sebepten insanları zorunlu himaye altına almazlar, o kadar zorba değiliz."
"Böyle anlatılıyor ama... Kötükul ve Seçkin çocuklarına hep böyle anlatıldı."
"Sana hiç tuhaf gelmedi mi peki?" dedi Erina.
İçimdekileri itiraf ettim.
"Bu sistemi hep saçma bulmuşumdur çocukluğumdan beri. Düşünürüm, insanlar Ulu'ya sevgilerini her dilden gösterebilmeli. Veya Ulu'dan nefret etme hakları da olmalı. Bütün bunlar insanların haklarını ellerinden almak için yeterli değil. Seçkin sınıfa veya Ulu'ya tapılmamalı."
"Ve hep bir devrim başlatmayı düşündün. Seni yanında büyüten yaşlı bayana hep hayrandın bu yüzden. Sisteme karşı çıktığı için." Erina cevap beklercesine yüzüme baktı.
"Evet, babaannemin düşüncelerine hep katılmışımdır."
Erina alaycı bir gülüş koyuverdi.
"Evet, Belda, birincisi o devrim düşüncelerini hemen çöpe atabilirsin. İkincisi Elma Assen senin babaannen değil."
Babaannemin ismini, bir de babaannem olmadığını nereden biliyordu? Bunları ona sordum.
"Düşün sene Belda..." dedi "Önce devrim düşüncesinin saçmalığını açıklayayım. Evet, dediklerin doğru. Kimse kendi gibi fani birine tapmak zorunda değildir. Ama Kötükullar gibi ilkel bir insan topluluğunu başka nasıl yönetebilirsin? Bizim kutsal ve dokunulmaz olduğumuza inanmazlarsa bizi çiğ çiğ yerler anlıyor musun Belda? Medeniyet kavramları yok! Affedersin ama hayvanlar gibi yaşıyorlar."
Kötükullara yapılan bu hakaret kanıma dokunmuştu. Her ne kadar bana Seçkin olduğum söylense de... Belli etmedim, dinlemeye devam ettim.
"Elma Assen senin babaannen olamaz. Daha doğrusu hiçbir Kötükulun babaannesi, teyzesi, amcası vs. olamaz. Nikâh müessesesi yok çünkü."
"Nasıl yani?"
"Sizde hamilelik, çocuk falan nasıl olur?" dedi Erina.
Anlattım.
"Bizde bir kadın bebek sahibi olmak isterse, çocuk tohumcusuna gider. Çocuk tohumcuları özeldir, bacakları arasında doğal bir hortum vardır. Kadının karnına o hortumla tohum püskürtürler. Eğer tutarsa, üç mevsim sonra minik bir insan meydana gelir."
Ben bunları söylerken Erina'yı bir gülme almıştı.
"Ah, Belda. Hiç güleceğim yoktu. İşte ağzınla söyledin. Kötükullar nikâh-dışı ilişkiyle oluyorlar. -burada gülmesi kesildi, sesi kısıldı ve korkunçlaştı- Yok edilmeliler."
"Saçmalık!" dedim. "Başka nasıl olacak ki? Nikâh ilişkisinin anlamını bilmiyorum."
"Tek bir kadın, tek bir erkeğe özeldir" dedi Erina. "Kadın ve erkek birlikte yaşarlar. Yerler, içerler, çalışırlar. Birlikte gülüp birlikte ağlarlar. Sadece birbirlerinden çocuk yapabilirler. Anlıyor musun? Bu insanın iyi ve ahlaklı olmasının göstergelerinden biridir."
Hiçbir şey anlamamıştım ama belli etmedim. Seçkinler Kötükullardan ne kadar farklıydı. Demek benim babaannem yoktu öyle mi? "Keşke Kötükul olarak doğsaydım gerçekten ve buraya alışmak zorunda kalmasaydım." diye geçirdim içimden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üç Kentin İsyancısı
Ciencia Ficción"Bundan yüz elli yıl önce, dünya bambaşka bir yermiş Poli. İnsan sayısı çokmuş, milyarlarca insan yaşarmış. Tüm insanlar eşit ve hürmüş. Ülkeler arası bazen çekişmeler olsa bile kimse kimsenin ayağına kapanmak zorunda değilmiş. Bunu tercih edenler a...