fünfunddreißig

494 68 44
                                    

Luke gece olanları az biraz hatırlayabiliyordu, mesela Ashton'ın üzerine kusmaya çalıştığını ve sonra cidden kusacağını anladığında Ashton'ın onu klozetin karşısına sürüklediğini. Arkadaşının ona sıraladığı küfürler hâlâ kulaklarındaydı.

Ayrıca Michael'ın geldiğini ve yüzünü yıkarken nazik ellerinin teniyle temas etmesini de hatırlıyordu, onun nefeslerini yanıbaşında hissetmek gecenin en güzel zamanlarıydı.

Tüm bunlar bir yana, artık sabahtı ve Luke birinin kendisine seslendiğini boğuk bir şekilde duyabiliyordu. Gözlerini açması gerektiğini düşündü çünkü her kimse beş dakikadan uzun bir süredir buradaydı ve bu da onun Luke gözlerini açmadan gitmeyeceği anlamına geliyordu.

Luke tam uyanmayı düşündüğü sırada birisi koluna sertçe vurdu ve ister istemez öfkeyle gözlerini aralarken eliyle kolunu tuttu. Tam önünde durgun gökyüzüne odaklanmasını engelleyen biri duruyordu.

"Ne sikim oluyor?" diye mırıldandı gözlerini ovuştururken. Ellerini yüzünden çekti ve sonunda karşısındaki kişiyi görebildiğinde başının belada olduğu kesinleşmişti çünkü Jack Hemmings, klasik polis üniforması ile tam karşısında duruyordu.

"Jack?"

"Seni gerizekalı." Jack, kardeşinin yanına gidip karnına bir tekme geçirirken öfkeyle söyledi. Luke onun vuruşuyla iki büklüm olurken kolları karnını sarmış, dişlerini birbirine bastırmıştı. Jack onu kolundan tuttu ve sertçe ayağa kaldırdığında Luke bacakları üzerinde zar zor durabildi. Gece tek başına yürüyebildiği tek an partiyi hazırlamaya yardım ettiği zamanlardı, sonrasında fazla içmişti.

Öfkeyle Jack'e bakarken ve tek eliyle ağaçtan yardım alıp diğeriyle karnını tutarken, açıkçası Jack'i hiç bu kadar kızgın görmemişti. Gözleri kızarıktı, uyuyamamış olmalıydı.

"Gerçekten, şerefsizin tekisin" dedi Jack, gözleri öfkeyle kısılırken. Luke neden herkesin ona şerefsiz olduğunu hatırlattığını soracağı sırada Jack konuşmasına devam ederek onu susturdu. "Sadece kendini düşünüyorsun. Bir parti için izin alıyor, erken geleceğini söylüyorsun ama siktiğimin bir yerinde sızıp kalıyorsun. Annemin ne kadar endişelendiğinden haberin var mı senin?"

Siktir.

"Ah, tabi ki annem aklına bile gelmedi çünkü sen tüm gece eve adım atmasan bile onun hiçbir şeyden haberi olmayacağını düşünüyordun."

Jack yüzünü buruşturdu ve Luke'un sarsılmış ifadesini umursamadan onu kolundan tutup piknik alanının dışındaki otoyola park ettiği arabasına doğru sürüklemeye başladı. Polis arabasına bindiklerinde bile tek kelime etmemiş, bakışlarını kucağında duran ellerinden kaldırmamıştı; sonunu bekleyen bir idam mahkûmu durumundaydı. Bir anlığına Michael'ı düşündü, araca bindiklerinde arkasına bakmayı akıl etmiş ve onun geceyi geçirdikleri ağacın altında olmadığını görmüştü. Kafasını kaldırdı ve "Ya Michael?" diye sordu ürkek bir ifadeyle. Jack gerçekten kızgın görünüyordu, bunu direksiyonu tutan parmaklarının beyazlığından anlayabilirdiniz. Kendisini sakinleştirmeye çalışıyor olmalıydı.

"Yanındaki çocuktan bahsediyorsan eğer, karakolda. Seni de oraya götürüyorum."

Luke kafasını salladı, Jack telefonunu cebinden çıkarırken bakışları yanındaki cama dönmüştü. Dışarıyı izlemeye başladıktan kısa süre sonra Jack'in sesini duydu. "Onu buldum."

Luke göz ucuyla abisine baktığında onun telefonla konuştuğunu gördü, sessiz kalarak dışarıyı izlemeye devam etti. Jack, kardeşini karakola götürdüğünü telefondaki kişiye söyledikten sonra telefonu kapatmış; aracın hızını arttırmıştı. Luke her tümsekte midesinin çalkalandığını hissediyordu ve Jack yavaşlamazsa bulundukları resmi polis aracını umursamadan kusacaktı. Yine de karakola varana kadar kendisini tuttu, binanın önüne geldiklerinde Jack arabayı öylesine bir yere park etti ve aceleyle arabadan çıktığında Luke da kendisini dışarı attı. Temiz hava midesini biraz sakinleştirirken, bunun keyfini çıkartacak zamanı olmamıştı çünkü abisi anında binaya yönelmişti. Luke onunla aynı hizada yürüyebilmek adına birkaç hızlı adım attı ve karakola aynı anda girdiler. Koridorların sakinliği, Luke'un kendi kendine saatin kaç olduğunu sormasına sebep oluyordu. Saat kaçtı ve kaç saattir onu arıyorlardı?

Jack koridorun ortalarındaki, kendi adına ayrılan odayı buldu ve hiçbir duraksama yaşamadan içeri girdiğinde Luke da biraz çekingen bir şekilde içeri girdi ve Jack'in gelişmiş vücudu önünden uzaklaştığı an karşılıklı koyulan deri koltuklardan birinde oturan Liz Hemmings'i gördü, o sırada kendine küfür etmeye başladı çünkü annesi, yaşlı bir kadın için fazla yorgun görünüyordu. Ağlamaktan şişen ve kıpkırmızı olan gözleri, en küçük oğlunun gözleriyle buluştu ve hızla ayağa kalktığında yanındaki kadın düşmemesi için onu tutmak adına elini uzattı fakat Liz hemen Luke'un kollarına atılmıştı. Yaşlı bir kadından beklenmeyecek derecede güçlü bir şekilde oğluna sarılıyordu ve Luke, annesinin kokusu burnuna dolarken, bir anlığına ne yapacağını bilemedi. Jack kendi yerine geçmiş, telefonundan biriyle konuşuyordu fakat sesi Luke'a ulaşmıyordu.

Liz yavaşça ondan ayrıldı ve ellerini oğlunun yüzüne koydu. Luke gözlerini kapatıp yanağını annesinin avucuna yaslarken Liz'in ağlamaya başladığını biliyordu, eli titriyordu. Luke onun ellerini tuttu ve yüzünden çekip kollarını aşağı indirirken bile bırakmadı. Gözleri açılmış, annesinin yanaklarını ıslatan gözyaşlarını görmüş ve bunun sebebi olmasından dolayı kendisine saf bir nefret duymuştu. Midesindekilerin bir kıvılcımla yanmaya başladığını hissetti. "Kusacağım."

Jack hızla ayağa kalktı ve elini kardeşine doğru uzatıp "Sakın" dese bile Luke'un midesinde ne varsa boğazına doğru ilerlemeye başlamıştı. Refleks gereği yana eğildi ve kusmaya başladığında Liz elini onun sırtına koydu, Jack ise bir küfür savurup telefonundan görevlilerden birinin numarasını tuşladı.

hayırsız evlat luke

rainy day || muke/cake (+)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin