siebenunddreißig

555 67 71
                                    

"Bundan emin misiniz?" diye sordu Luke, tek bacağını pencereden sarkıtırken. Aşağısı biraz yüksekti ve çimenlerin üzerinde onu bekleyen bir Michael varken kendisini güvende hissetmiyordu. Yer ile arasında üç metrelik bir mesafe vardı, atlamak bir yerlerini incitmesine sebep olabilirdi.

"Eminiz" dedi Ashton aceleyle. "Bebek gibi davranma ve atla, Luke. Ölmeyeceksin."

"Sikeyim." Luke telefonu kapattı ve pantolonuna koyduktan sonra diğer bacağını da dışarı sarkıttı. Elleri pencerenin pervazını tutuyordu ve gecenin soğuk rüzgarı bacaklarını vururken geniş mermer üzerinde atlamak için cesaret toplamaya çalıştı.

"Seni tutacağım" dedi Michael ellerini Luke'a doğru uzatarak. Yaklaşık 15 dakikadır Luke'un atlamasını bekliyordu ve Ashton ile arabadaki diğer kişiler de öyle.

"Yaklaşık 2 metreyim" dedi Luke kaşlarını çatarken. "Ayrıca en son 95 kiloydum ve senin beni tutacak olman buradan pelerinimle uçmamla eşdeğer."

"Çok sıkıcısın" diye homurdandı Michael kollarını indirirken. "En azından saçlarıma güvenemez misin?"

Luke onun yeni boyattığı, mavi saçlarına baktı ve gözlerini devirdi; ardından ellerinden birini pervazdan çekti. "Umarım saçların beni ölmekten kurtarır, Michael."

Michael gözlerini devirdi ve Luke diğer elini de yavaşça pervazdan ayırırken hazırda bekledi. Sarışın oğlan önce gökyüzüne baktı, Tanrı'ya onu kurtarmasını fısıldadı ve gözlerini kapatıp kendisini aşağı atarken bunun daha uzun süreceğini sanmıştı. Michael ile birlikte yere düştüklerinde, o kadar hazırlık ve cesaret toplama merasiminden sonra bir dakikadan kısa sürecek bir iş için fazla stres yaptığını düşünmüştü.

"Nefes alamıyorum" diye fısıldadı Michael, Luke'un dirseği karnına batarken. Luke hızla yana yuvarlanarak Michael'ın üzerinden kalkmış oldu ve nefeslerini düzenlemeye çalıştı.

"Artık pelerinle uçabilirsin."

Michael gülerek söylediğinde Luke da ona katıldı ve telefonu titreştiğinde onu pantolonunun cebinden çıkarıp Ashton'ın aramasını cevapladı. "Evet?"

"Ölmediğine göre siz iki aşık arabaya gelmeye ne dersiniz?" Ashton sorduğunda Luke gözlerini devirdi ve arkadaşının yüzüne kapattıktan sonra telefonu cebine koydu ve yerden kalktı, hâlâ yerde yatan Michael'ı elini tutarak kaldırdığında ikisi de arabaya doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başlamışlardı. Bu kadar uğraştan sonra son dakika birilerine görünmek yıkıcı olabilirdi.

Arka koltuğa yerleştikleri an Ashton gaza bastı ve Riley onlara ön koltuktan selam verdi.

"Ben neden önde değilim?"

"Çünkü bu çiftler gecesi" diye cevapladı Ashton, Luke'un sorusunu. "Ve fena dağıtacağız."

Luke'un gitmesine bir hafta kala böyle bir şey yapmışlardı. Sadece dördü, Ashton'ın bildiği bir üniversite öğrencisinin verdiği partiye katılacak ve birkaç saatliğine ağır içkilerle kafayı bulacaklardı. Luke bunu yapmanın fazla tehlikeli olduğunu biliyordu, özellikle 2 hafta önceki olaydan sonra. Liz ona gidene kadar ceza verdiği için artık dışarı çıkması bile yasaktı ve gece dışarı çıkmak Luke'un teklif dahi edemeyeceği bir durumdu. Bu yaptığından dolayı annesi onu öldürebilirdi.

Michael'ın eli dizini okşamaya başladığında tüm bu endişeler bir toz bulutu gibi dağıldı ve Luke'un ona dönmesini sağladı.

"Gülümse, sarışın" dedi Michael gülümseyerek. "En kötüsü bir ay daha ceza alırsın, kimin umrunda?"

Evet, umrunda olmamalıydı. Bir hafta sonra bunların hiçbir önemi kalmayacaktı bile. Michael da bunun farkındaydı, bu yüzdendir ki sesinde hüzünlü bir ton vardı.

"Doğru" dedi Luke, kafasını onun yumuşak omzuna koyarken. Yol boyunca genellikle öyle kaldılar; bazen Michael, Luke'un eliyle kendi elini birleştirdi ve Luke da bazen onun yanağı ile boynuna hafif öpücükler kondurdu -bu zamanlarda Michael nefesini tutuyor ve zamanı durdurmak istiyordu- . Michael arabadan inerken, ne zamandan beri Luke'un kendisine bu kadar yakın davrandığını merak etti. Ashton ve Riley önden, kalan ikili de onların arkasından kiralanan düğün salonuna girdiler. Gürültülü müzik dışarıya akarken Luke kulaklarını kapatmak istiyordu, uyanalı sadece bir saat olmuştu. Michael tavandaki yanıp sönen, kırmızı, neon ışıklar altında dans eden yüzleri izledi. Sol ve sağ köşelerde masalarla sandalyeler, arkadaki platformda ise bir DJ kalabalığı coşturmak için oradaydı. Hareketli çalan şarkı sandalyede oturan çoğu kişiyi ayağa kaldırmıştı ve bu parti eğer sıradan bir kampüste olsaydı, bu kadar kişi oraya asla sığmazdı. Ashton burasının bir de arka bahçesi olduğunu söylemişti, büyük ihtimalle orası da doluydu.

"Bir tanıdık bulmaya gidiyoruz" dedi Ashton, Riley'nin elini tutarak onu da kendiyle birlikte sürükleyeceğini işaret ederken. Michael ve Luke kafalarını salladılar; arkadaşları saniyeler içerisinde kalabalıkta yok olurken onların arkasından baktılar ve kısa bir süre sonra Michael, Luke'a döndü. Luke üzerinde hissettiği bakışlarla bedenini ona çevirdiğinde Michael öne doğru eğilmiş, elini Luke'a doğru uzatmıştı. "Bu dansı bana lütfeder misiniz, bayım?"

Luke kahkaha attı. "Michael-"

"Hey," Michael öne eğdiği başını kaldırdı ve mavi tutamları arasından Luke'a baktı. "Artık birkaç hafta öncesinden daha yakınız, beni kabul etmek zorundasın."

"Öyle mi?"

Michael tamamen doğruldu ve kolunu Luke'un beline atarak onu kendisine çekti, göz temasını bozmadı. "Öyle."

"Bir şey kullanmışsın gibi hissediyorum" dedi Luke yüzünde bir gülümsemeyle birlikte. Michael güldü ve Luke'a kısa bir öpücük vermeden önce söyledi. "Belki biraz ot almış olabilirim."

otçu pezevenk

rainy day || muke/cake (+)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin