Yine çok beklettiğimi biliyorum ama bu kez bölüm yazılı halde teknik aksaklıklar (bu ikilemi hep kullanmak istemişimdir şlkedfşks) yüzünden yayınlayamamıştım.Bir sonraki bölüm de hazır ve bu bölüm +40 olduğu an yayınlayacağım :') umarım anlayışla karşılar ve bir sürü yorum yaparsınız.İnternet sıkıntısı çektiğim için önceki bölümlerdeki yorumların da hepsine bu akşam döneceğim. Sevdiğiniz bir şarkı eşliğinde okuyabilirsiniiz^^
**
Gayet iştahlı bir şekilde yemeğini yiyişini izlediğim bu adamın her tavrının altında kendine güvenen ve kontrollü bir serseri gizli gibiydi,etrafında insanlar varken hem olabildiğince görünmez olup hem de hepsinden üstün olduğunu göstermek istermiş gibi davranıyordu,kafamda daima sorular dolaşıyor olsa da bu soruların tamamının cevabının onda olduğunu bilmek ve öylece karşısında oturuyor olmak bana iyi hissettiriyordu.Yemeğine odaklanmışken birden ona olan bakışlarımı yakaladığında aceleyle kafamı cama doğru çevirip dudağımı dişlemeye başladım,kulaklarımın kızarmaması için dua ediyordum ki güldüğü duyulmasın diye ağzına kocaman bir lokma atmış onu çiğniyordu.
Yemyeşil ve enfes kokan çimenlerin üzerinde yürümeye başlayan minik bir oğlan çocuğuna takılmıştı bakışlarım,bir yaşını belki biraz geçmişti ve adımları birbirine tamamen ters ve çap olduğu işin düşecekmiş gibi oluyordu,ardından dengesini sağlayıp peşine düştüğü kelebeğe gözlerini kilitliyor ve onun güzelliğine neşe saçarak güldükten sonra tekrar dengesiz yürüyüşüne dönüyordu.Tam arkasında kollarını iki yanına açmış tetikte bekleyen babası olası bir tehlikeye karşı onu izliyordu,köşede açık alandaki ateşin üzerinde yemeğini pişirmekle ilgilenen kadın,yüzündeki ifadeden anlaşıldığı üzere bebeğin annesi,bir an endişeyle yerinden oynamış hemen ardından onların haline gülümsemekten kendini alamamıştı.Dudaklarımın kıvrılmış olduğundan habersiz bir şekilde onları izliyordum,sırtımdaki ağrıyı ve sorumluluklarımı düşündüğümde fark ettim ki,gözlerimi hiç ayırmadan o çocuğun büyüyüşünü izleyebilirdim,yıllarca burada öylece oturabilirdim,omuzlarımdaki yük ayağa kalkmama izin vermeyecek gibiydi bu kez,kelebeğin güzel renklerine bakarken önündeki hortumu görmeyen minik dengesini tamamen kaybedip yüz üstü düşeceği sırada derin bir iç çekerek yerimden sıçradığımda ona yardım edebilecekmişim gibi uzandım ama aramızdaki cama elimin çarpmasıyla nerede bulunduğumu hatırladım,başımı karşımdaki adama çevirdiğimde dudaklarının arasına yerleştirdiği çubuklara rağmen yüzündeki şaşkın ifadeyle ağzı o şeklini almıştı.Bir an dalga geçeceğini sanmıştım ama parlak siyah gözlerinin içinde bastırılmış bir şeyler gördüm,ve bunu gördüğümü fark ettiği an hemen gizlendi. Ardından çubukları çıkarıp ağzındaki lokmayı kolayca yuttu ve yarım bir gülüşle gözlerini önündeki yemeğine çevirip konuştu.
"Gökyüzü [ han eul], çok güzel değil mi?"
Bana doğrudan güzelsin deseydi,asla etkilenmezdim biliyordum,ama onun da bunu nasıl bilebildiğini anlayamamıştım.Hayatım boyunca hiçbir varlığın beni bir an bile anlayabileceğine inancım olmamıştı.Günlük iltifatlar asla kalbimi çarptırmıyordu,sıradan flörtler midemi bulandırıyordu,fakat en sıradışı diye addedilen romantizmler bile beni berbat hissettiriyordu.Önündeki yemeğe bakarak gülümsemesi,ve adımı kullanarak gökyüzüne sevgi beslemesi nasılsa beni rahatsız etmemişti.İlk bakışta baştan ayağa etkilendim diyemezdim belki ama,bu yaşıma kadar gördüğüm her insanda yapmacık gelen o his,midemi bulandıran o his,bu adamda yoktu.Kalbimi açıp içine mi bakmıştı bilmiyordum,bir insanın beni sevdiğine asla yüzde yüz inanmamıştım dolayısıyla zamanın içinde asla bu adamın beni sevebileceğini de ummadım,yalnızca beni tanıyor ve kalbimi biliyor olması o an yetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cafuné ☽ park jimin
Fanfiction"Neden sadece akşamları karşıma çıkıyorsun?" 'Neden sadece, bana sarılmıyorsun?' ¤ "Bana aşık olamazsın!" 'Artık çok geçse ne yapacaksın?' kapak:dlazaru.tumblr.com