BÖLÜM 13

809 110 11
                                    

Selamlar efenim :) iyi okumalar olsun

Sessizce oturuyorduk saatlerdir. Tek bir harf bile çıkmamızdı ağzımızdan ve bu durum çok sinir bozucuydu.

Özgün düştüğünde ona doğru adım atmam, Semih'i kocaman bir sessizliğe boğmuştu. Beni kolumdan tutup durdurdu, sonra da bisikletime binmemi işaret etti. Sessizce binip uzaklaştık oradan ve geri dönüp bisikletleri teslim ettik. Semih'in ilk ve tek cümlesini orada duydum:

"Toparlan, gidelim"

Yaptığım şeye üzüldüğünü biliyordum ama benimki refleksti sadece, düşen birine yardım etme refleksi... Toparlandık, arabaya bindik, hiç konuşmadan şehre döndük. Yolda konuşmak istedim ama araba kullanıyordu ve konuşurken gözlerimin içine bakması gerekiyordu.

Benim evime giden sapağa sinyal verince:

"Sana geleceğim" dedim ve yine cevap vermeden sinyali kapayıp sapmadan devam etti kendi evine doğru. Arabadan indik, eşyaları aldık ve eve çıktık. Eşyalarını odasına bıraktı ve duşa girdi hemen. Ben de kendi eşyalarımı onun odasına bırakıp salona geçtim ve o çıkana kadar televizyon izlemeye koyuldum. Duşta kalma süresi, normalden uzun sürdü bu defa. Beklerken içim sıkıldı, daraldım ama sabır gösterdim. Nasılsa çıkacak diye beklemeye devam ettim.

Nihayet banyonun kapısı açıldı ve çıktı. Önce odasına gitti, sonra banyoya dönüp saçlarını kuruladı, sonra yeniden odasına girdi ve ben tüm bu süreyi sabır içinde bekledim. Kırılmıştı bana biliyordum ve üzerine gitmek istemiyordum. Sakinleşmesi gerekiyordu, sonra da konuşmamız...

Nihayet salona geldiğinde, tam konuşmaya başlayacakken telefonunu aldı ve annesini aradı. Önce annesiyle, sonra babasıyla konuştu ve bu konuşma Semih için epey uzun bir konuşma oldu. Onun için nasıl olduklarını sorup kısaca neler yaptığını anlatmak yetiyordu normalde ve bu en fazla 3 dakika sürüyordu. Ama uzattıkça uzatmıştı konuşmayı.

Telefon konuşması da bitince:

"Semih," dedim ve tek bir kelime etmeden elini kaldırıp susmamı işaret etti. Bunu öyle bir beden diliyle söyledi ki, üzerine tek bir cümle bile kuramadım. Sustum, sadece sustum.

Saatler süren o kahredici sessizlik gece yarısına kadar devam etti ve sabrım kalmadı artık beklemeye. Televizyonun kanalı bile değişmemişti, saçma sapan reklamlarda bile kıpırdamamıştık, çünkü izlemiyorduk, düşünüyorduk.

Dayanamadım:

"Konuşacağız Semiz, sus desen de konuşacağız" dediğimde yavaş hareketlerle kalktı ve salondan çıkıp odasına geçti. Arkasından bakakaldım öylece, gitmişti gerçekten de. Kalktım, odasına gittim ben de peşinden. Sıkıntıyla nefes alışına aldırmadım, sakin bir sesle yaklaştım ve:

"Sevgilim, konuşalım lütfen..." dedim. Gözlerini kapadı ve yine derin bir nefes aldı.

"Konuşmak istemiyorum" dedi o da sakin kalmaya çalışarak.

"Ben konuşmak istiyorum ama"

"Ama ben istemiyorum, uykum var benim"

"Uyuyamayacaksın ikimiz de biliyoruz. Bu durumu çözmezsek ikimiz de uyuyamayacağız"

"Hangi durum?" derken sinirlenmişti. Kolunu yavaşça tutup onu yatağına oturttum ve ben de çalışma sandalyesini çekip karşısına oturdum. Uzanıp bir elini avucumun içine aldım. Çekmek istedi ama:

"Lütfen," deyince inatlaşmadı.

"sen bir şey söylemezsin, ama ben senin kalbini biliyorum. Kızdığını, dahası kırıldığını görebiliyorum, bunu benden saklamaya çalışma, kaçma benden. Yanlış anlıyorsun, yanlış bir şey yüzünden ikimiz de üzülüyoruz şuanda"

Dünyanın En...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin