BÖLÜM 10

738 100 10
                                    

Devamı çok çabuk gelecek, hatta yazıyorum şuan. Sevgiyle kalın...

BİR AY SONRA

İnsan hata yaparak büyüyor, bu yaşımda hala bir şeyler beni büyütüyor ama ne yazık ki üzüntülerle. Her defasında ders almış olmayı umuyorum, gerçekten ders almış olmayı...

Geçen bir ay süresince, Özgün ve Semih'in arasında, bir tenis topu gibi gidip geldim. Bir yanda, olan biten her şeyden sonra bütün acizliğiyle merhametime sığınan Özgün vardı, diğer yanda ise başıma gelen her şeyde ve her hatamda yanımda bir kaya gibi duran Semih. İkisinin arasında esen kasırgada savruldum ve ne yaptıysam dindiremedim bu deli fırtınayı.

Semih'te kaldığım gecenin sabahında beraber kahvaltıya gittik. Son günlerimin en güzel ve keyifli kahvaltısını yaparken, Özgün'ün araması her şeyi değiştirdi. Masada duran telefonuma bakan Semih'in gözlerinde bir karanlık belirdi. Ne yapacağımı bilemeden ona bakarken:

"Aç!" dedi sakin kalmaya çalışarak. Telefonu aldım ve açtım.

"Efendim?" dedim normal bir tonda kalmaya çalışarak. Karşımdaysa panik bir Özgün vardı.

"Bulut!" dedi sanki 'İmdat' der gibi.

"Özgün, iyi misin?"

"Değilim Bulut, annem çok iyi değil. Gelebilir misin?" deyince Semih'e baktım. Muhtemelen duymuştu ve başını eğip onayladı.

"Tamam, geliyorum" dedim ve kapadım. Telefonu kapadıktan sonraki birkaç saniye ölüm sessizliği ile geçti ve Semih ayağa kalkıp, sakin ama içinde bir öfke nöbeti barındıran ses tonuyla:

"Bırakayım seni" dedi. Bana kızdığını, kırıldığını biliyordum ama orada Özgün'ün yardıma ihtiyacı varken 'Gelemem' diyemezdim ki...

Bütün o fırtınanın başlangıcı, Semih'in beni bırakırken Özgün'ün evine gelmesi ve evinin içine kadar girmesiyle başladı. Sözde geçmiş olsun demek istemişti ama asıl niyetinin gözdağı vermek olduğunu üçümüz de çok iyi biliyorduk. Seslendirmedik, dillendirmedik ama korkunç bir savaşın başlangıcıydı bu adım. Ve o savaşın ortasında en çok yarayı alan ben oldum...

Önceleri Özgün'ün hep yanında oldum, elimden geldiğince destek oldum ve bu durum aramızda geçen kötü zamanları da unutturmuştu. Bazen onun yanında kalıyordum annesinin durumu biraz kötüleşince, sabahları işe beraber gelişimiz Semih'i deli ediyordu. Birkaç kez kavga ettik, bana herkesin içinde 'Salak!' diye bağırıp gitti ve aramızda berbat bir gerilim başladı. Sonra bir şey dememeye başladı, hatta görmezden bile geldi.

İşlerin yoğunluğu yüzünden karşılaşamıyorduk zaten, üstüne bir de Özgün'le geçirdiğim vakitler yüzünden, bir gün onun işe gelmediğini fark etmedim ve o gün, bana asrın patlamasını yaşadı. Hasta olmuştu, bir yerlerden bir enfeksiyon kapmıştı ve ateşi çok yükseldiği için hastanelik olmuştu. İşe gelmeyişinin ikinci gününde Onur'un bana onun nasıl olduğunu sormasıyla öğrendim her şeyi. Haberim yok diyemedim, konuşamadım deyip geçtim ama zaten herkes aramızın kötü olduğunu bildiği için Onur da çok ısrarla sormadı ve gitti. O gider gitmez hemen Semih'i aradım. Meşgule verdi, yine aradım yine meşgule verdi ve çaresiz mesaj attım. Sonrası zaten bütün kalelerin yıkımı içimde...

"Lütfen arar mısın beni? Nasıl olduğunu merak ediyorum" yazıp gönderdim ve sonra onun mesajı geldi.

"Aramayacağım seni Bulut, lütfen sen de arama. Sana hala 'lütfen' diyecek kadar saygım kalmışken, zorlama. Şuana kadar neyle ilgileniyorsan ona devam et ve bulaşma bana. Kalbini kırarım, ağır üzerim seni. Ne zaman bu kadar zayıf oldun çözemiyorum, ne zaman dünyayı unutup da bir tek kişiye bağladın böyle kendini bilmiyorum. Üstelik kendi için, bencilce sana yaklaşan biri için... Hastayım, merak etme ölümcül bir şeyim yok. Sen kendi yoluna devam et, benimkinden geçme ve LÜTFEN CEVAP YAZMA..."

Yazmadım bir şey ama içimin bütün limanları battı, bütün kaleleri yıkıldı. Üstelik haklıydı söylediklerinde, ben Özgün var diye her şeyi görmezden gelmiştim. Semih'i bile... Kendimi tuvalete atıp ağladım, üzüntümü başka türlü atamayacaktım...

Çıkışta Özgün beni arayıp onunla gitmemi istedi ama gitmedim. Semih'e gideceğimi söylediğimde bozuldu ama umurumda olmadı. Semih'le mutlaka konuşmalıydım, özür dileyip o dünyanın en iyisi kalbindeki kırıkları onarmalıydım.

Servisten inip evine doğru yürürken, bacaklarım titriyordu ama geri dönmedim ve kapısına ulaşıp çaldım. Bir şey demeden, sormadan açtı ve beni görünce yüzü gerildi. Bir şey demedi ama 'Ne var?' der gibi bakıyordu suratıma.

"Girebilir miyim?" dedim biraz ürkerek ve "Hayır!" diye külçe gibi bir cevap aldım.

"Lütfen..." dedim ama dinlemedi.

"Seninle konuşmak istemiyorum, lütfen gider misin?" dedi.

"Biraz konuşalım, özür dilemek istiyorum"

"Özür falan dileme benden Bulut, sen sadece git ve lütfen benimle iletişim kurma. Mesajımda yeterince açık anlattığımı düşünüyorum"

"Ama Semih..."

"Aması falan yok! Kapıyı suratına kapamadan git!"

"Semih..." dedim ve kapıyı suratıma kapadı. Gerçekten kapıyı suratıma kapadı. Öyle kaç dakika kaldım bilmiyorum, sonunda toparlandım ve çıktım apartmandan. Eve giden uzun yol boyunca düşündüm, yaptığım yanlışları, nerelerde ne hatalar yaptığımı düşündüm ve kendimi her defasında haksız buldum. Çünkü o Semih'ti, benim her boktan anımda yanımda olup her acımı paylaşan güzel adamdı... Ben de ona yapabileceğim en kötü şeyi yapmıştım, ihmal etmiştim...

Eve gelip oturdum, sadece oturdum. Aramak istedim ama yapamadım. Daha fazla zehirli sözü kaldıramayacaktım. Ne yapacağımı bilmiyordum, kocaman bir boşlukta kalmış gibiydim Semih olmadan. Özgün aradı, nasıl olduğumu sordu, ona bahsetmedim ama anladı muhtemelen. O kısmıyla da çok ilgilenmedim.

Derken Özgün'den beklenen bilmiyorum kaçıncı kazığımı yedim ve beni yine ortada bıraktı öylece. Özlem'le yeniden barıştılar, hayatına yeniden aldı o kızı ve o ana kadar yaptığım her şeyi unuttu bir anda.

Odasının önünden geçerken annesini sordum. Son birkaç gündür Semih'ten dolayı kötü olduğum için gidememiştim. Bana sadece 'İyi' deyişini de buna yordum ama yanılmıştım yine. O an sormadım ama sonra sordum neden mesafe koyduğunu. Gidemediğim için üzgün olduğumu ama ihtiyacı varsa gidebileceğimi söyledim. Aldığım cevabın alt yazısı tamamen 'Salak Bulut' cümlesinden oluşuyordu.

"Yok, gerek yok, sağ ol. Özlem gelecek bu akşam" dediğinde şaşırdım.

"Aklına gelmiş mi nihayet?" diye verdiğim tepki Özgün'ü kızdırdı.

"Biz barıştık Bulut, ondan gelecek" dedi bana 'Sen her şeye burnunu sokma' der gibi. Bir şey demedim, yavaşça uzaklaşıp içeri girdim ve masama yığıldım neredeyse. Yine bir kazık yemiştim ama bu defa koşup sarılabileceğim bir Semih yoktu yanımda. Duvarla vardı aramızda ve tek başıma kalmıştım...

Dünyanın En...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin