" Ne yani koskoca Klaus'a kafa tuttun ve sana birşey söylemedi? "
Marcel'in milyon defa sorduğu soru karşısında sakin olmaya çalıştım.
" Evet, birşey yapmadı. "
" Tanrım! eğer ben onları söylemiş olsaydım kalbime hançeri saplamış olurdu. "
Söylediği şeye kıkırdayarak, veda edip telefonu kapattım. Dün olanlar sürekli aklıma geliyordu ve o adama bir anda neden öyle birşey söyleme gereği duyduğumu ben dahi bilmiyorum. Bir anda ağzımdan dökülüvermiş, o sadece korkutucu sandığı bakışlarını bana dikerek sessiz kalmıştı. Az daha beni öldürecek diye düşünürken, Marcel gelip beni kurtarmıştı. Gözlerim etrafta dolanırken, dün giydiğim elbise yerde kırışmış bir şekilde duruyordu. Dün yorgunluktan ortalığı da toplamamıştım. Yerimden kalkıp elbiseyi yerde aldım ve yere küçük, beyaz bir kağıt parçası düştüğünde kaşlarımı çatarak elbiseyi yatağın üzerine atıp, yerden aldım ve okumaya başladım.
" Dün gece olan davranışından dolayı bana bir özür borçlusun Hayley. Bu akşam saat sekizde xx restoranında seni bekliyor olacağım. "
Ağzım şaşkınlıkla o şeklini alırken, kağıdı avucumun içinde buruşturup çöp kutusuna attım. Derin bir nefes alıp sakin olmaya çalıştım. Sanırım bu akşam Niklaus'a bir özür borcum vardı.
Bahsettiği restorana gitmek üzere caddelerde yürürken, her gün olduğu gibi köstümlü insanlar dans edip, müzik yapıyorlardı. Bu görüntü yüzümde gülümseme oluşmasına sebep olurken nereye gittiğimi anımsadığımda gülümsemeyi keserek yürümeye devam ettim. Bana ne yapacağı ya da ne söyliceğini merak etsem bile yine de onunla yüzleşmek istemiyordum.
Restoranın karşısına geldiğimde, adımlarımı kesip içeriyi süzmeye başladım. Dün olduğu gibi burası da lükstü. Anlaşılan Niklaus, gösterişten vazgeçemiyordu.
" Gelmene sevindim. " Kulaklarımda onun aksanını işittiğimde, arkamı döndüm. Dün olduğu gibi takım elbise giymişti. Yüzünde de herzaman takındığı sırıtışı vardı. Eli ile restoranı gösterdiğinde, ben önde o arkada içeri geçtik. Garson bizim için ayırtılan masaya yönlendirdiğinde oturmam için sandaliyemi çekti. Ona küçük bir gülümseme bahşedip oturdum. Yanımdan geçerek tam karşıma oturmuştu. Gözlerine bakmamak için büyük çaba sarf ediyordum. Dün yaptığım şey, hala yüzümün domatese dönmesine yetiyor hatta artıyordu. Garson, tekrar yanımızda durduğunda siparişlerimizi verdik. Başımı eğmiş, masanın altındaki parmaklarıma oyalanıyordum ki sesini duydum.
" Aksanımın kötü olduğu söyledin. Ama yüzümün kötü olmadığına dair iddiaya girebilirim. " şaka ile karışık sözlerini duyar duymaz yanaklarım ısınmaya başlamıştı.
" Bak, dün olanlar- "
Elini kaldırdığında, sözlerime devam etmeyi kestim. Yeniden gülüşü yüzüne yerleştiğinde rahat bir nefes almıştım.
" Özrün kabul edildi, küçük kurt. "
Duyduklarım karşısında içime su serpilmişti. Fazla uzamadan konunun kapanmasına sevinmiştim. Ama bana öyle seslendiğinde kafam karışmıştı. Yine de birşey söylememeye karar verdim. Garson siparişlerimizi verip uzaklaştı. Kırmızı şarabımdan bir kaç yudum alarak bıçak yardımı ile tavuğumdan ufak bir parça kestim ve ağzıma attım. Tadı enfesti. İlk defa bu kadar güzel bir yemek yiyordum.
" Sevdin diye ümit ediyorum bu yemek enfestir. "
" Evet, gerçekten öyle. "
" Kurtlar bu şeyleri severler. "
Göz kırparak sessizce içeceğini yudumlaya başladı. Kelimeleri beynime çan sesleri gibi yayılıyormuş gibi hissediyordum. Sarsılarak kendime gelip, yemeğime odaklandım.
Sonunda yemek faslı bittiğinde, restorandan çıktık. Beni evime bırakmak isteyince üstelemeden kabul ettim ve arabasına binerek yola koyulduk. İkimizde konuşmuyor, radyodaki klasik müziği dinliyorduk. Sonunda bu ortamı bozan o olmuştu.
" Teklifimi kırmadığın için tekrar teşekkür ederim. "
" Güzel bir akşamdı. "
" Klasik müziği sever misin? "
" Evet, severek dinleyenlerdenim. "
" Bunu duyduğuma sevindim. " gözlerini yoldan çekip, gözlerimle birleştirdiğine gülümsedi.
" Bizim çok fazla benzediğimizi düşünmeye başlıyorum. Sen ve ben. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KRALİÇE
FanfictionBen kimseye boyun eğmem, ama senin için diz çökerim. The Originals/Klayley kurgusudur.