🔚

92 13 124
                                    

"Dibe batan o değil bizdik Reece. Rüyamdaki beden onundu ama dibe batan biziz."

Reece ellerini ensesinde kenetlemiş ablasının bize doğru valizini sürükleye sürükleye gelmesini kaşları çatık izledi. Blake ise bizi görür görmez mahçup bir şekle büründü. O an tekrardan kendimden nefret ettim. Yaptığı her hareketi bizim yapmamız ve söylediği her sözü bizim söylememiz gerekiyordu. Mahçuptu, olmamalıydı. Biz olmalıydık. Ama bunu ona anlatamazdınız.
Daha önce denedim mi? Tabii ki. Baştan sonra hayatını anlattım ona. Her detayını. Fakat bir hikaye dinliyormuş gibi dalıp gitti. Etki etmiyordu. Düşünceden bir duvar gibiydi. Benim hatıralarım gülle misali çarpıp dursa da o duvarı yıkamadım. Hatırlatamadım.

Reece derin bir nefes alarak dik durdu. Başımı yana eğmiş Blake'i izliyordum. Görüşüm yeniden buğulanmıştı. Hemencik sildim gözlerimi.
Ablası dudaklarını birbirine bastırıp son vedamızı etmemiz adına Blake ve bizi baş başa bıraktı. Uzak ama Blake'i görebileceği bir köşe seçip duvara yaslandı.
Başımı ablasından çekip dostuma çevirdim. Reece hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Eliyle ağzını sertçe silip aniden Blake'e sarıldı.

Sarsıldığını görünce içimde sanki büyük bir ateş yakıldı ve tüm organlarım eridi. Reece ona olabilecek en sıkı şekilde sarılıyordu. Blake ilk başta şaşırsa da sonra çekingen bir tavırla hafifçe Reece'e sarıldı.

Çok yakın ama bir o kadar uzak dedikleri bu olmalıydı.
Tam karşımda duruyordu ama aramızda bir uçurum vardı.

Yutkunup sıramı bekledim sakince. Reece Blake'in omzunu sıktıktan sonra dudaklarını konuşmak adına araladı.

"Üzgünüm Blake. Çok üzgünüm dostum. Ben," yüzünü kırıştırıp bir anlığına bekledi. "Siktir et, her zaman buradayız tamam mı? Hatırlasan da hatırlamasan da. Gerçi hatırlamıyorsun senin için bir anlam ifade etmiyoruz ama burada olduğumuzu bil. Özür dilerim. Ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. Colve bile bilmiyor."

Blake bakışlarını sakince bana kaydırıp sonra tekrar Reece'e baktı. Gözleri mi doluyordu? Hayal mi görüyordum? Ya da bunu mu görmek istiyordum?

Hiçbiri değildi. Gerçekten Blake'in gözleri dolmuştu. Sanırım hallerimizden dolayıydı. Harabe gibiydik.
Blake muhtemelen kendini hatırlamadığı için suçlu hissediyordu. Ama ona baktığınızda hiç değişim göremezdiniz. Yürürken yine elleri cebinde geziyordu. Tabii bizi fark etmeden önce öyleydi. Sonra dediğim gibi mahçup bi ruh haline büründü.

Reece bir adım geri gidip bana izin verdiğinde öylece kalakaldım. Oysaki gideceği haberini alır almaz söyleyeceğim her şeyi teker teker düşünüp yazıya bile dökmüştüm.

"Blake,"diye başladım. Kahverengi gözleri yorgun bakıyordu. Hep olduğu gibi.

"Gittiğin yerde mutlu ol. Eğer olmuyorsan durma orada. Sana zarar verilen hiçbir yerde durma. İstemediğin hiçbir yerde kalma. Çaresiz değilsin. Ben ve Reece varız. Hatırlamaman bunu değiştirmiyor." Burnumu çekip parmaklarında göz gezdirdim. Boynunda, yüzünde... yaraları azar azar iyileşiyordu.

"Keşke seni hatırlayabilseydim. Çok mu yakındık?"dedi kendi kendine konuşarak. "Öyleydik."dedim.

"Ona sordum,"dedi ablasını işaret ederek. "Senin anlattığın çoğu şeyi bilmiyor. Beni hiç aramadığını dahi söyledi. Onunla neden gidiyorum bilmiyorum. Ama başka seçeneğim yok gibi hissettiriyor."

"Daha önce söyledik, biz buradayız."

"Dürüst olalım, hiçbirinizi hatırlamıyorum bile. Bu canınızı yakmıyor mu? Ablam olduğunu söyleyen kız sürekli özür diliyor. Siz özür diliyorsunuz, neden? Madem benim için iyi birileriydiniz, neden sürekli özür diliyorsunuz?"

Reece ile birbirimize baktık. Bunu beklemiyordum.
Utana sıkıla dişlerimi gıcırdattım kendi halimde. Blake gözlerini kısmış bizden bir cevap bekliyordu. Ne dememizi bekliyordu ki? Baban seni sürekli dövüyordu fakat biz sırf sen istemiyorsun diye onu şikâyet etmedik sonuçta sen etmemizi istemiyordun sanki en doğrusu buymuş gibi, sonunun ne olduğunu bilmemize rağmen hiçbir şey yapmadık ve bu hâlde olmanın bizzat ikinci dereceden sorumluları biziz dememizi mi? Bunu kim söyleyebilirdi ki? Kim dillendirebilirdi?

Bu söylediklerimin yanında düşündüm bir saniyeliğine, peki ya Blake biz olmasak ne yapardı?

Bunu hiç düşünmemiştim önceden. Muhtemelen dedim kendi kendime, intihar ederdi.
Çocukluğundan itibaren şiddet görüyordu. Özgüveni sıfırdı, okula gitmiyordu ya da herhangi bir işle uğraşmıyordu. Dedesinin gönderdiği parayla geçiniyorlardı. Hayatta kalması için pek bi sebebi yoktu. Aslında onu hayata bağlayan kimsecikler yoktu bizim dışımızda.

"Yapmadıklarımız ve yapamadıklarımız için."dedim kısık bir ses tonuyla. Blake açtığı ellerini saldıktan sonra ikimizin yüzünü sanki ezberlemek istiyormuşçasına süzdü. Kızgın görünmüyordu.

Reece eliyle onun cebini gösterdi. "Numaralarımızı telefona kaydettim. Eğer aramak istersen.."

Reece'e dönüp kaşlarımı çattım. "Ne telefonu?"
"Ablası vermiş. Bana haber verdi. Numaranızı kaydetmek ister misiniz falan dedi işte."diye başıyla ardımı gösterdi.
Üzerinde çok durmayarak bir adım attım arkadaşıma doğru. Ne söylemeliydim hiçbir fikrim yoktu o zaman. Gerçekten, öylesine zamanlar oluyor ki tıkanıp kalıyorsunuz öylece.
Sarılmak için sadece kollarımı açmam gerekiyordu. Yaptım. Kollarımı iki yana açıp ayaklarımın üzerinde yükselerek sarıldım ona. Bunu çok yavaş yaptığım için şaşırmadı, kısa bir süre sonra Reece'e yaptığı gibi bana da hafifçe sarılmakla yetindi.
Geri çekilmek istemedim hemen. Belki de bu onu son görüşüm ve son sarılışım olabilir diye ağırdan aldım.

Sırtını sıvazladım. Gözyaşlarım pıtır pıtır tişörtüne damlıyordu. Güneş batmak üzereyken kızıl bir renkte olur ya, o gün de öyleydi.
Günün o vaktini Blake çok severdi. Bayılırdı hatta. Güneş batana kadar imkanı varsa sessizce izlerdi. Bu da şu anda aklıma gelen küçük bir ayrıntı işte.

Ayrıldığımda yanağına küçük bir buse kondurdum dostça. Kulağına "Hatırlamak istediğinde buradayız. Arka bahçede seni bekliyor olacağız."diye fısıldadım.

Sonrasında ablasının gelip bizimle konuştuğu kısma geldik. Kusabildiğim kadar tüm öfkemi kustum ona. Şaşırtıcı şekilde tek kelime etmeden Blake'i tekrar görebileceğimizi söyleyip gitti. Onlar uçağa giderken ben Reece'in koluna düşmemek adına tutunmuş ağlıyordum.

Şimdi düşünüyorum da, belki hatırlamaması daha iyidir. Blake'in hayatı acı üzerine kuruluydu. Annesinin yaptıklarını hatırlıyordu, babasının ona söylediği sözleri hatırlıyordu ve belki bize anlatmadığı daha nice şey vardı. Fakat şimdi hepsi silinip gitmişti. Kötü anılarımızı daha keskin hatırlarız güzel anılara oranla.

Birkaç ay sonra gideli bir yılı bulacak. En sevdiğim anılarımızı ve dönüm noktamı yazdım ki, eğer ben de bir gün Blake olursam, bana hatırlatmak isteyen bir Colve veya Reece olacak. Çünkü Blake'in yaptığı gibi hafızası kayıp biri asla size tam güvenemez. Ben de aynısını yapacağım, güvenmeyeceğim. Bu yüzden bunu yaptım. Yüzüme vurulması için. Al, bunları sen yazdın diyebilmeleri için.

Ve bir sebep daha var ki önceden de söylediğim gibi Colve, kötü anıları iyi anılardan daha net hatırlarız. Ben bana en güzel anıları veren arkadaşımla anılarımı yaşatmak için bunları yazdım. Dille değil, mürekkeple yaşatmak adına.
Blake ve geriye kalan kağıda dökülmüş hatıralar, sana iyileri daha keskin hatırlatmak için burada.
Bir zamanlar, dememen için.

Benden biricik arkadaşlarım Blake ve Reece'e. Eğer bir gün unutursak diye.

Colve's FriendHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin