Saatte 240 km hız mı! Dehşetle baktığımı sezdi.
- Emniyet kemerini tak.
- Sende takmalısın. Dediğime kulak asmadı, yola kitlenmiş tepkisiz devam ediyor. Yağan yağmurun altında bu hızla önünü nasıl gördüğü hakkında hiçbir fikrim yok. Ben bir kaç metreyi görebiliyorum. Eğer kaza yaparsak bu arabanın içinden bizi kazımak zorunda kalırlar. Birden ona dönüp;
- Yüsra'ya haber vermeliyiz.
- Vardığımızda ararım. Felaket gibi bu. Karanlık, yağmur ve deli gibi araba süren Sozdar. Harika üçlü bir arada.
- Dizdar dışında yaşamak güvenli değildi sanıyordum. Sesim oldukça endişeli çıkmıştı. Yüzü kaskatı cevap verdi.
- Seni koruyabilirim. Sozdar ikimiz içinde yeterli mi bilmiyorum ama umarım öyledir. İki kelime ile son bulan konuşma yerini sessizliğe bıraktı. Bir saati çoktan geçmişti. Deli gibi araba sürmeyi bırakmıştı. İbre 120-140 km hız arasında oynayıp duruyordu. Yağmur dindi. Tek şeritli yoldan orman yoluna girdik. İkimizde tek kelime etmedik. O bana sinirli ben ise suçluydum. Buna nasıl kandım bilmiyorum. Aptalın tekiyim. Artık daha yavaş ilerledi. Soldan araba izi ile açılmış patika yoldan sarsıla sarsıla iki dakika içinde kulübe denilemeyecek kadar büyük bir eve geldik. Kışlık evlerden olmalıydı. El firenini çekip arabadan indi. Kapıyı açıp inecektim ki yerler çamura batmıştı. Sozdar önümde belirdi. Konuşmadan arabadan beni almak için kucakladı.
- Yürüyebilirim. Çoktan kucağına almıştı. Ayaklarını çamurdan zar zor çıkarabiliyordu. Galiba iyi ki ben yürümemişim. Üstümde sadece siyah uzun penye olduğu için kapıya gelene kadar onun kollarında titredim.
- Kapıyı açınca ateş yakarım. Üstünüde değiştirirsin. Söyleyecek uygun başka bir kelime bulamadım o yüzden kafamı salladım. Kapının üstünde ki saçağın altında beni indirdi. Kapının iki yanında yukardan montalanmış çiçek saksılarının sağ tarafında olanın toprağını karıştırıp anahtarı çıkardı.
- Sen içeri geç. Botları batmıştı. Kapıdan içeri girdiğimde bir ferahlık hissettim. Tam karşıda oturma grubu vardı ama hepsinin üstü örtülerle kapatılmıştı. Sol tarafta şömine vardı. Karşı taraf boydan boya cam kaplıydı. Göründüğünden daha fazla büyüktü. İçeri valizimi getirdi. Botlarını kapının önünde çıkarıp bir kenara attı. Kapının solunda odun kütükleri ve cam kozalakları vardı. Onları şöminenin önüne getirdi. Odunları hızla dizip, üzerine cam kozalaklarını yerleştirdi. Elini odunların tam üzerine tutup gözlerini kapadı. Birden şöminede ki odunlar ateş aldı. Elini hızla çekti. Yüzüme bakmadan, koltuklarda ki örtüleri topladı. Şaşırmam gereken şeyler artık gayet normal gelmeye başladı. Sanki zihnimdekiler yerlerine oturmuş vaziyette anlam aramaktan çok anlam yaratmaya çabalıyordu.
- Sen ısın, üzerini değiştir, üşüteceksin. Benim dışarıda biraz işim var. Dudaklarımı ısırıyordum, kafamı kararsız gibi aşağı yukarı salladım. Kapının sol duvarında asılı büyük bir feneri alıp, botlarını ayağına tekrar geçirdi. Dışarı bir adım atıp, kapının üzerinde elini hızla aşağıya indirip parmaklarını şıklattı. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum ama tahminimce kapıya mühür attı. Kapının yanında duran bavulumu alıp bir atlet, kazak ve dar bir eşofman çıkardım. Camdan uzak bir kuytuda üzerimi değiştirdim. Islak olan penyemi koltuğun kenarından sarkıttım. Koltuklar gereğinden fazla büyüktü. Yastıklardan tekini alıp şöminenin önüne oturdum. Şimdi daha iyiydi. Sozdar çıkalı on dakika olmuştu. Biten odunların yerine odun attım. Boydan boya camla kaplı olan taraftan bir ses geldi. İrkildim. Olduğum yerden hızla kalkıp cama doğru koşturdum. Elinde fener ile evden on beş metre öteden yere bir şeyler döküyordu. Evin etrafını daire içine almıştı. O işini yaparken dikkatle onu izledim. İşini özenle yapıyordu. Döktüğü şeyden emin olmak için boş kalan yerlerden iki kez üzerinde geçiyordu. Kollarımı bağlayıp onu izledim. Evi daire içine alırken kendi de dairenin içinde duruyordu. Diğer tarafa dolanana kadar onu izledim. Benim hatam yüzünde hem onun hemde kendi ölümüme neden olacaktım. Hala o yaratığı annem olarak nasıl görebildim bilmiyorum. Yoksa bu da büyümüydü. Neler yapılabildiğini gördüm, bunun imkansız olması da olanaksız. Eli ile ateşi ortaya çıkarmak mı dersiniz , iki eli arasında taşı kolye haline getirmek mi dersiniz, yoksa vücudumda ben bilmeden oluşan ve olan şeyler mi dersiniz? Bunlar olabiliyorsa onlarda olabilirdi. İstemsizce elim boynumda ki kolyeye gitti. Sonra kolumu kontrol ettim. Elimin içinde iz hala duruyor ya da en azından sadece ben görebiliyorum. Dünya; normalken bile çekilmiyor şimdi bununla nasıl başa çıkacağım. Tehlike dibimde, herşeyi hızla öğrenmem gerekiyor. Kapının açılma sesi geldi. Botlarını çıkarıp ıslak montunu kenara attı. İçerideki odalardan birine girdi. Şöminenin yanına tekrar oturdum. Sozdar'ın ayak sesini duydum ona doğru baktım. Eline aldığı siyah kazağı kafasına geçirerek yanıma oturdu. Onunla konuşmalıyım biliyorum ama aynı zaman da konuşmak da istemiyorum ve aslında düşünmekte istemiyorum. Öylece oturduk. O ateşle oynuyor bense gözlerimi açık tutabilmek için mücadele ediyorum. Birden ayağa kalktı mutfağa gitti. Oturduğum yerden sadece mutfağın kapısı görünüyor. Uzun bir süre gelmedi. Kollarımı bacaklarıma sarıp kafamı yasladım. Uyku ile sallanan kafamı sabit tutmama yardımı dokunuyor. Yanıma gelip yavaşça oturdu. Öksürür gibi boğazını temizledi. Kafamı kaldırıp ona baktım. Elinde bir fincan kahve ile bana bakıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAŞAYAN BİLİR #wattys2017
FantasySelam okurlar... Tutku, sadakat, şehvet, gerilim, gizem ve bilinemeyen bir çok vaka. Okuyan kişilerin bütün yaşam tarzı değişecek. Dünyaya ters bakmayı denemelisiniz. Önce bakışlar sonra bütün olaylar. Yeniliklere adım atıp karışıklıklarla sonuçl...