11.BÖLÜM: Piknik

418K 11K 1.5K
                                    

Hayatımda attığım her adımdan emin olma gibi bir takıntım vardı. Kolay kolay riske girmez ve plansız hareket etmezdim. Bir şeyi yaparken yüz kere düşünüp tartmam gerekiyordu, bu huyum beni her zaman bir adım geride bıraksa da vazgeçemiyordum. 

Bu yüzden Pusat'ın cumartesi deyip başka bir şey demeden gitmesi beni düzenli olarak gittiğim kafeden alıkoymuştu. Gidememiştim, çünkü ona dair bildiğim tek bir şey yoktu. Zihnimde geçen tüm sorular cevapsız kaldığı için gitmediğim ilk cumartesi gönlüm oldukça ferahtı. İkinci cumartesi günü unutup gitmek için yola çıkmıştım fakat daha sonra hatırlayan adımlarım geri dönmüştü. 

Ve bugün üçüncü cumartesiydi. Çoktan hazırlanmış ve  gidiyordum. Pek endişeli değildim, orada olma ihtimali düşük geliyordu. 

Kafeye geldiğimde girmeden bile onu arayan gözlerim, içeriye girdiğimde tamamen odaklanarak dolu olan masalara bakmış ve göremediğimde merakım dinmiş, dimdik duran omuzlarım düşmüştü.

"Birini mi arıyordun?" diye Ali'nin sesini duyunca kafamı olumsuz yönde salladım. "Hayır. Bu arada selam."

"Selam, hoş geldin. İki haftadır yoktun."

"Biraz öyle oldu. Bir takım işler," diyerek çantamı düzelttim.

"Anladım. Ama bugün senin köşe dolu," dediğinde hayal kırıklığı ile iç çektim. Orası mükemmel bir köşeydi, insanlardan ayrı olduğundan derse odaklanmak daha kolay oluyordu.

"O zaman boş bir yere oturayım. Kalkarlarsa geçerim." Etrafa bakıp uygun bir yer gözüme kestirmeye çalışırken, "Aslında," dedi Ali. "Geçen seninle adam oturuyor. İstersen bir konuş."

Geçen benimle oturan adam?

Şaşkınca birkaç saniye yüzüne bakakalıp daha sonra hızlı adımlarla o tarafa yöneldiğimde oturan Pusat'ı görmem şaşkınlığım arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Cidden burada mıydı? Cidden?

Onu hiç görmemiş gibi minik adımlarla arkamı dönüp gideceğim de, "Gelmişsin," sesini duydum.

Okuduğu kitabı kapatıp bir kenara bırakmış, bakışlarını bana sabitlemişti. "Ben..." deyip sustum. Ne diyecektim ki? 

Ardından silkelenerek kendime gelmeye çalıştım. Neden sanki suçluymuşum gibi davranıyordum? İki haftadır onu görmezden falan geldiğim söz konusu değildi, ona geleceğimi hiç söylememiştim. 

Ayrıca o buraya çağırdığı için gelmemiştim. Ben buraya zaten hep geliyordum, tuhaf hissetmemeliydim. "Evet."

"Sanırım bu bir davete icabet değil."

"Değil." Omuz silktim, "O gün cevabımı dinlemeden gittiniz. Yani evet, siz çağırdınız için gelmedim."

Oturduğu yerden kalktı, "O zaman yerini meşgul etmeyeyim."

"Orası tapulu malım değil. İlk siz oturdunuz, oturma hakkı size ait."

Kaşlarını çattı, "Benimle oturmak istemiyorsan burada olmamın bir anlamı yok."

Biraz sinirlenmiş duruyordu.

Neden sinirlenmişti ki?

"Oturacağım," diyerek dağınık minderi toparlayıp üzerine oturdum ve eşyalarımı çantanın içinden çıkarıp masaya koydum. "Oturmak istiyorsanız benim için sorun yok."

İşi yokuşa sürdüğümün sanırım azıcık farkındaydım, hem çağırdığında gelmemiş, hem de oturmasını söylüyordum. 

Bunun cevabı bir yandan da çok açıktı, plansız ortaya çıktığı için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Gözümde koskoca bir riskti, elbette gözüm kapalı bu riski kabul etmeyecektim.

SİYAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin