Hayatımda yaşadığım en kötü fiziksel acı deneyimimin on üç yaşıma ait olduğunu sanıyordum.
Abim şakalaşmaya çalışırken yanlışlıkla ittirdiği merdivenlerden iki kolum çatlak, bir bacağımın alçıya alınmasıyla kurtulabilmiştim. Açık ara en kötü deneyimimdi. Kendimi toparlamam aylarımı almıştı. Çektiğim acılar yüzünden abimin burnundan fitil fitil getirmiştim, aynı zamanda bunu anne ve babamda yapmıştı.
Galiba o zaman acı çekiyorum ben dediğim her cümleden utanmalıydım çünkü şu anda vücudumu saran acının yanında etkisiz eleman gibi kalmıştı. Hareket etmek inanılmaz zordu, nefes almak için şişen göğsüm ve karnım her defasında yüzümü buruşturmama sebep oluyordu. Bir kolumu hala oynatabilmeyi başaramamıştım, oynatmadan dahi acıyordu, diğer türlü olacakları düşünmek istemiyordum.
Doktor, uyanmamın üzerine iki kez gelmişti. Durumumun iyi olduğunu söylerken, bu kulağa biraz dalga geçer gibi geliyordu. Tüm vücudum tam tersini bağırıyordu. Acımın azalması için gerekli her şeyi yaptıklarını söylüyorlardı ama azalıyor muydu, işte orası tartışılırdı. Bekledikçe daha da ağırlaşıyordu sanki. Ve tüm bu acıların yanında iki saattir Şule sağımda duran sandalyeye oturmuş iç çeke çeke ağlamaya devam ediyordu. Ona şimdilik soru sorma dediğimde elini ağzına kapatarak daha fazla ağlamaya başlamıştı. Meyra ise sessizce duruyor, konuşmayı reddediyordu. Sadece bir şey istediğimde hızla ayağa kalkıyor, dediğimi yapıyor ve tekrar oturuyordu. Arada da ağzımı açmamış olmama rağmen yanıma gelip yastığımı düzeltiyor ve su falan içiriyordu. Ona gidebileceğini söylediğimde aksi bir sesle kesinlikle reddetmişti.
İkisi dışında da kimse yoktu. Utku ve Timuçin sırayla uğrasalar da kısa sürede gidiyorlardı.
Ve Allah aşkına, Pusat neredeydi? Neden tek bir kişi dahi onun hakkında konuşmuyordu?
Yerimde kıpırdanmaya başladığımda Şule hemen yerinden kalktı, "Bir şey mi istiyorsun?" Sesi o kadar kötüydü ki. Saatlerdir ağlıyordu, saatlerdir.
"Pusat nerede?" diye mırıldandığımda ikisinin de ifadeleri hızla değişti. Üzgün suratları sinire dönerken sormak için acelemi etmiştim, bilemiyordum ancak artık bir iki cümle kurmalıydılar.
"Umarım cehennemin dibindedir," dedi Şule öfkeyle. "Onun yüzünden bu haldeyken sakın bir daha adını anma." Gözleri bir kez daha dolarken öfkeli ifadesi değişmedi. Göz yaşları yanaklarından akıyor ve sertçe elinin tersiyle siliyordu. Bir yandan da titreyen ellerini saklamaya çalışıyordu, korkusu böylesine belliyken sanırım onunla oturup Pusat ile ilgili konuşmamalıydım.
"Ameliyathanede olduğun tüm süre boyunca bir saniye olsun kapıdan ayrılmadı," dedi Meyra. "Oturmadı bile. Doktor dışarı çıkıp başarıyla bitirdiklerini söylediğinde Utku yanına geldi. Biraz konuştular. Sonra," dediğinde, "Neden anlatıyorsun?" diye sözünü kesti Şule. "Bunları dinlemek için uygun bir zaman değil."
"Tuhaflaştı," dedi Şule'yi umursamadan. "Gitmek istemediğine yemin edebilirim ama sanırım kendini dizginleyemedi ve gitti." Yutkundu, "Daha önce bu kadar vahşi bir ifade görmediğime eminim. Kimse durmasını söylemeye cesaret edemedi."
Hareketlenmeye çalıştığımda, "Yapma," diye bağırdı Şule. "Hareket etmeyi kes. İki yerinden vuruldun, endişelenmen gereken tek şey kendinsin!" Ardından Meyra'ya döndü, "Sende konuşmayı kes. O adamın ne kadar manyak olduğunu tartışmanın zamanı değil, ne yaparsa yapsın bizi ilgilendirmiyor!"
"Şule," deyip gözlerimi kapattım. "Lütfen bağırma."
Baş ağrımın şakası yoktu, vücudumda olan iki nokta deli gibi sızlıyordu. Hareket etmemem gerektiğinin elbette çok iyi farkındaydım ama endişelenmeden de duramıyordum. Nereye gitmişti? Başına bir bela açacak mıydı, yoksa çoktan açmış mıydı?