4.bölüm Sarışın

148 23 19
                                    

4.bölüm Sarışın

Yara iyileşir, izi kalır.
                                              Stenislaw lec

Ne güzel bir kız olmuştu böyle. Tesettüre girmişti. Bir insana tesettür bu kadar mı yakışır. Hemen koşa koşa yanına geldim. Sımsıkı sarıldım. Nasıl da özlemiştim.

"Ne kadar güzel olmuşsun böyle. Tesettüre de girmişsin. Ya sen beni çok mutlu ettin. Allah da seni mutlu etsin" Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Bir kenara geçip oturduk. O da teker teker anlatmaya başladı.

"Biliyorsun ki senin yanına geldiğimde daha yeni sevgilimden ayrılmıştım. Ve psikolojik tedavi görmek istedim. Seni tavsiye ettiler bana. Sen de bana Allah'ı ve cenneti anlatınca merak ettim. Bu kadar güzellik gerçekten var mı diye bir sürü araştırma yaptım. 1 ay boyunca videolar izledim, kitaplar okudum. Tesettüre girmeye karar verdim. Sana süpriz olsun diye hiçbir şey söylemedim. Berrak sağolsun bana çok yardımcı oldu." Berrak'a baktım. Onun da gözlerinin içi ışıl ışıl parlıyordu. Bu nasıl bir huzurdu böyle Allah'ım. Sanki çocuğumu okutmuşum da evlendiriyormuşum gibi hissediyordum. Gerçekten de Zehra benim çocuğum gibiydi.

"Gel kız buraya sana da sarılacağım" bu dediğime tebessüm etti. Berrak'ı kendime çekip sıkıca sarıldım.

"O zaman Zehracığım. Bundan sonra dernekte sen de kalacaksın. İtiraz yok." Kafasıyla onayladı ve yanımıza geldi. Evet bir insanın kapanmasına vesile olmak çok büyük bir şey değildi. Ama kapanan için çok büyük bir adımdı. Birinin hayatına dokunmak, orada kalıcı olmak çok güzeldi. Benim tebliğe devam etmem için çok büyük bir motiveydi. Bir masayı komple doldurmuşlardı altın günü gibi.

Yemek işine genellikle hanımlar evinden o gün ne yemek yaparlarsa onlardan getirirlerdi. Böylelikle yemek çoğalır ve herkesi de doyururdu. Çaylar da gelince yerimize oturduk. Herkes teker teker gelmeye başlıyordu. Birkaç ilahiyat okuyan arkadaşımız Kur'an dersi veriyorlardı bilmeyenlere. Berrak ile Zehra tek vardı yanımda. Ben de bugün olan olayı anlatmaya başladım. İkisi de şaşırmıştı. Çünkü hastanede pek böyle olaylar olmazdı.

"Allah Allah, neden böyle bir şey yaptı ki durduk yere?"

"Kim olduğundan haber var mı?" İkisi de sorularını sıralayınca teker teker cevap vermeye başladım.

"Bence oyun oynuyorlar bana. Göz korkutmak istiyorlar yani. Kim olduğunu da bilmiyorum. Hastanede ilk defa gördüm." Çok fazla üstelemediler. Sohbet zamanı gelmişti. Bugün sohbeti ben yapacaktım. Herkes çaylarıyla beraber yerlerini aldılar.

"Bugün size Musab b. Ümeyr'i (r.a) anlatmak istiyorum. O ilk yıl müslüman olanlardandı. Ailesi çok zengindi. Evlerinden deve eti eksik olmazdı. Musab b. Umeyr zengin olduğu kadar yakışıklıydı da. Peygamberimizin (s.a.v) tebliğ ettiği dini duyunca bir rivayete göre daha 17 yaşında zenginliğini şanını şöhretini bir kenara bırakıp İslam'ı kabul etti. Annesi "Eğer atalarının dinine dönmezsen bütün mal varlığını elinden alırım" diyince Musab b. Umeyr "andolsun ki ben peygamberin dininden vazgeçmem" deyince annesi onu bir hapse kapatmıştı. Birkaç gün aç bırakılmıştı. Mekke'nin yakıcı sıcağında ne yemek yiyor ne de su içiyordu. İşkence görüyordu sürekli. Hz.Ali rivayet ettiğine göre "Musab Peygamberimiz'in yanına geldiğinde üstünde yamalı bir elbise vardı. Peygamberimizin (s.a.v) mübarek gözleri dolmuştu. Çünkü Musab müslüman olmadan önce çok zengindi." Yeni gelen ayetleri ezberlemeye başlamıştı. Bu sırada türlü türlü işkenceler görüyor, zulüme uğruyordu. Ama yine de vazgeçmiyordu.

Bir gün Habeşistan'a tebliğ için bir muallim gönderilecekti. Peygamberimiz de Musab b. Umeyr'i seçti. Musab "ya Resulullah ben sadece 4 ayet biliyorum yaşım da o kadar büyük değil" demedi. Hemen kabul etti ve Habeşistan'a da Medine'ye de ilk hicret edenlerden oldu. Medine'de dini yayıyordu ama Medine'nin ileri gelenleri daha iman etmediği için yayılmasına engel oluyordu. Musab bir gün yine bir şeyler öğretirken Sad b. Muaz içeri girdi. Sad onu görünce mızrağını alıp "Sen insanları kandırıyorsun eğer canından olmak istemiyorsan git burdan" deyince Musab "Önce benim söylediklerimi dinle. Maksadımı anla. Eğer beğenirsen kabul edersin, beğenmezsen engel olursun." Kur'ân-ı kerîmin eşsiz belagatı ve tatlı üslûbunu işiten Sad kendini tutamayıp, "Bu ne kadar güzel, ne kadar iyi bir sözdür. Bu dine girmek için ne yapmalı?" diye sordu. Mus'ab bin Umeyr, onun bu sözü üzerine ona kelime-i şehâdeti öğretti. Bu saatten sonra Medine'de İslam hızlıca yayıldı. Mus'ab bin Umeyr, Bedir Savaşı'na katılıp sancağı taşıdı, büyük gayret ve Kahramanlık gösterdi. Mus'ab Uhud Savaşı'na da katıldı. Sancağı taşıdı. Bu savaşta Peygamberimizin ( s.a.v ) yanından ayrılmayarak saldıranlara karşı koyuyordu. İki zırh giyinmişti. Bu haliyle Peygamberimize benziyordu. Müşrik ordusundan İbn-i Kâmia adında biri Peygamberimiz'e saldırırken, Mus'ab bin Umeyr onun karşısına çıktı. Bu müşrik, bir kılıç darbesiyle Mus'ab bin Umeyr'in sağ kolunu kesti. Mus'ab bunun üzerine sancağı derhâl sol eline aldı.

Mus'ab o esnâda; "Muhammed (aleyhisselâm) ancak resûldür. Ondan evvel daha nice peygamberler gelip geçmiştir" meâlindeki Al-i İmrân sûresinin 144. âyet-i kerîmesini okuyordu. İkinci bir darbe ile sol kolu da kesilince, sancağı kesik kollarıyla tutup göğsüne bastırdı ve yine aynı âyet-i kerîmeyi okudu. Bu hâliyle kendini Peygamberimiz'e siper yapan Mus'ab bin Umeyr'in üzerine hücum eden İbn-i Kâmia, vücûduna bir mızrak sapladı ve Mus'ab bin Umeyr yere yıkılıp şehit oldu.

Mus'ab bin Umeyr zırh giydiği zaman, Peygamberimize benzediği için müşrikler onu şehit edince Peygamberimiz'i öldürdüklerini zannetmişlerdi.

Hazret-i Mus'ab şehit olunca; onun sûretinde bir melek, sancağı aldı. Mus'ab'ın şehit düştüğünden Resûlullahın henüz haberi olmamıştı. "İleri ey Mus'ab ileri!" diye sesleniyordu. Bunun üzerine bayrağı elinde tutan melek, geri dönüp Resûlullah efendimize; "Ben Mus'ab değilim" diye cevap verince, Resûlullah sancağı elinde tutanın melek olduğunu anladı. Bundan sonra Peygamberimiz sancağı Hazret-i Ali'ye verdi.

Resûlullah efendimiz, Mus'ab bin Umeyr'i şehit olmuş görünce, başı ucuna dikilerek Ahzâb sûresinden:

"Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadâkat gösterdiler. Onlardan bâzıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dâir yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü aslâ değiştirmediler" meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu. Şimdi size soruyorum kardeşlerim. Neden namaz kılmıyoruz? Ailemiz işkence etmiyor diye mi? Neden tesettürümüz tam değil? Bu dini kolay bulduk diye mi?"

Sözümün bittiğini anlayınca bir sessizlik oluşmuştu. Herkes yavaş yavaş kalkmaya başladı. Bende Zehra'nın yanına uğradım. Bugün eve gitmem gerektiğini söyleyip yola koyuldum. Otobüs durağında bekliyordum.

" Selam" diye bur ses duyunca arkamı döndüm. Karşımda Bora'yı görmeyi beklemiyordum.

"Aleyküm selam" deyip önüme döndüm. Bu beni nereden gördü de yanıma geldi diye merak ediyordum. Karşımda dikildi.

"Evin buralarda mı?" Ben gitmesini isterken soru sorması tam bir işkenceydi.

"Hayır. Otobüs bekliyorum." "Senin evin burada mı?" diye ekledim. Hem konuşmak istemiyordum hem de soruyu ben soruyordum. Aferin bana. Neden sordum hiçbir fikrim yoktu.

"Evet tam şurada. Ama istersen seni evine bırakabilirim" Gösterdiği yere baktım. Dubleks bir evdi. Güzel görünüyordu. Buralarda böyle bir evi nereden bulmuştu ki? Ona baktığımda gülümsüyordu.

"Hayır gerek yok. Neyse iyi akşamlar" ben de gülümsemiştim. Nedeni yoktu. Ama yine de yanlış anlaşılır diye gülmeyi yarıda kestim. Konuşmadığımı görünce iyi akşamlar diyip gitmişti. Derin bir 'oh' çektim.

Zaten ilk otobüsü kaçırdım bu otobüsü de kaçırmamak istiyordum. Bekledim. Tam karşı yolda ağlamaktan gözü kızarmış bir kadın vardı. Bu kadın bir yerden tanıdık geliyordu. O da bana bakıyordu. Gözü kaymıştır diye düşünerek başka yöne baktım. Ama o bana taraf geliyordu.

"Demek beni reddetmesinin sebebi sensin."
diye bağırıyordu. Ne dediğini anlamamıştım.

"Efendim anlamadım." Boş gözlerle ona bakıyordum. Herkes bize bakıyordu. Biriyle mi karıştırdı beni?

"Bora'nın sana nasıl baktığını nasıl güldüğünü gördüm inkar etme" normal gülümsemişti halbuki. Bakışı da normaldi. Ama onu sevdiğinden başkasına bakmasına tahammül edemiyordu. Teyzeler de hemen cıkcıklamaya başlamıştı.

"Bak sen beni yanlış anladın"

"Ne yanlış anlaşılması. Bundan sonra en büyük düşmanın benim kızım" dedi. Daha onu sakinleştiremeden işaret parmağını sallayıp gitti

Selamün aleyküm arkadaşlar

Okuldan dolayı bölümün yanlışlarını tamamlayamadım kusura bakmayın. Yorum ve votelerinizi eksik etmeyin.

İnstagram
@Azizekucukdeveci_

<Düzenlendi >

Yaralarımı SarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin