Haktan arabayı çalıştırıp hızla sokakta ilerlediğinde birkaç saniye sonra Dilhun'un görüş açısından çıkmıştı. Dilhun üzerinde ki durgunluğu atlatıp eve adımladığında kafasında ki düşünceler ağırlık yapar hale gelmişti. Haktan'ın gitmeden önce söyledikleri zihninde yankı yapıyordu. Çantasında ki anahtarı çıkarıp, kapının kilidini açtığında evde sessizlik hakimdi. Saat gece yarısına geliyordu. Evden çıkalı uzun zaman olmuştu. Babasının çalışma odasında onu beklediğinden emindi. Neriman Hanım ise erken yatmayı hayat kuralı haline getirdiği bir yaşantıya sahipti. Dilhun bunun rahatlığıyla kapıyı kapatıp üzerinde ki ceketten kurtuldu ve ayağında ki toprak bulaşmış ayakkabılarını kapının kenarında çıkarıp holde ilerledi. Üst kata çıktığında babasının çalışma odasının kapısının aralık olduğunu gördü. Onun yanına gitmeden önce kendi odasına girdi. Dolabını açıp belinde ki silahı kasasına tekrar koydu. Yanına alırken ki cesareti şimdilerde yok olmuştu. Eli titriyordu Dilhun'un. Aklında birine zarar verebileceği düşüncesi geldikçe tüyleri ürperiyordu. Kasayı kapatıp evden çıkmadan önce yatağının üzerinde çıkarttığı kıyafetlerini tekrar üzerine geçirdi ve kirli eşyalarını sepete atıp odasından çıktı.
Babasının çalışma odasının kapısını açıp içeri girdi. Şampanya rengi duvarlara asılı tablolar odanın çoğunu kaplıyordu. Babasının büyük tutkusuydu tablolar. Dilhun odaya girip kapıyı kapattığında babası önündeki kağıtlardan başını kaldırdı ve onu gördüğünde maun ahşap renginde ki masasının çekmecesini açıp kağıtları oraya koydu. Dilhun masasının karşısında ki kemik renginde ki tekli koltuklardan birine oturdu. Akif Bey her zaman ki gibi kendisine termosunda çayını alıp odasına kapanmıştı. Kızı için getirdiği bardağa çay doldurup ona uzattığında Dilhun burukça gülümsedi. Çay bardağını alıp önünde ki çalışma masasıyla aynı renkte olan sehpaya koydu. "Telefonda sesin kötü geliyordu. Bir sorun mu var?"
"Haktan'la nereden tanışıyorsunuz?" Dilhun, yüreğinde sızı oluşmasına sebep olan soruyu dile getirdiğinde alacağı cevap onu tedirgin etmişti. Akif Bey gelen soruya karşılık kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı. "Sen bunu nereden biliyorsun?"
"Sence önemli olan bu mu baba?" Dilhun çayından bir yudum aldı. Soğuktan üşümüş elleri bardakla buluştuğunda ürpermişti. "Bir etkinlikte karşılaşmıştık. Orada tanıştık."
"Bildiğim kadarıyla Haktan doktor değil. Nasıl bir ortak etkinlik bu?" Babasının yalan söylediğini anlayabiliyordu. Babası ne zaman yalan söylese baş parmağıyla oynardı. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Gerginliği ise yanaklarının hafif ala çalmasından belliydi. "Onlardan uzak dur Dilhun."
"Bu benim sorumun cevabı değil. Onlarla ortak iş mi yaptın? Arkalarını mı temizledin? Bana bir cevap vermek zorundasın!" Dilhun artık odaya girdiğinde ki sakinliğini koruyamıyordu. Babası ona yalan söylüyordu ve bu sıradan bir şey için değildi. "Sizi her zaman bunların dışında tutmaya çalıştım. Sen kendini bir bomba gibi ortaya bıraktın. Şimdi dağılan bir düzen var."
"Sen bu düzenin neresindesin baba? Düne kadar hükümetin pisliğini temizliyordun. Şimdi Be's nereden çıktı?" Akif Bey az önce kapattığı çekmecesini tekrar açarak Dilhun'un önüne kağıtları koydu. Dilhun, babasının uzattığı kağıtları eline aldığında bunun banka dökümü olduğunu görmüştü. "Bunlar ne?"
"Alparslan hastaneye ortak oldu. Ortak olmak için verdiği paranın banka dökümleri." Kaşları çatıldığında kağıtta ki gelen para miktarına ve dekontlara baktı. Alparslan neden hastaneye ortak olmak istemişti? "Neden bunu yaptı?"
"Hastanenin bütçe açığı vardı. Hükümetin yaptıklarının üstünü kapamak ve bunları faturalandırmamak bize pahalıya patladı. Bu yüzden hisse satışı gerçekleştirdik. Alparslan'da hisseleri satın aldı. Bizi batmaktan kurtardı. Haktan'la tanışıklığımız buradan geliyor." Batmak üzere olan bir yere yatırım yapacak biri değildi Alparslan. Bunun altından bir şeyler yattığının farkındaydı. Eşelediği her konunun devamı vardı. "Peki bundan başkanın haberi var mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
General FictionHer seçim, bir yıkımdı. Her yıkım, bir vazgeçişti. Uçurumun kenarında yürüyorduk. Ne tarafa düşsek birinin canı yanacaktı. Yanan her can, bir nefretti. Her nefret, sessizlikti. Ve her sessizlik bir çığlıktı. Elimi uzatsam dokunabilirdim. Dokunsam ya...