Dilhun bilgisayarın ekranına ne kadar baktı bilmiyordu. Onlarca çocuğun adının geçtiği liste her göz gezdirdiğinde tüylerinin ürpermesine neden oluyordu. Babasının bu adamların eline nasıl düştüğünü anlamlandırmak istiyordu. Onu suçsuz bulabileceği herhangi bir durum görmek tutunduğu tek dal gibiydi. Ölüm haberini aldığından bu yana Dilhun ara ara döktüğü birkaç göz yaşı haricinde dik durmaya çalışıyordu. Zaman onun gönlündeki yarayı ferahlatmak yerine daha ağır darbeler indiriyordu. Biliyordu ki bir kez diz çökerse toparlanması günlerini alacaktı. Önce babasını bu raddeye sürükleyen şeyi bulmalı ardından yasını ya babasına hissettiği öfkeyle karışık yaşayacaktı ya da saf bir acı hissedecekti.
Hastane dosyasına bakmaya devam ettiğinde başkanın birkaç adamla el sıkıştığı fotoğrafların olduğunu gördü. Muhtemelen alıcılar olmalı diye düşündü. Eğer alıcıların listedeki isimlerini eşleştirebilirse bu kanıtları daha da kuvvetlendirirdi. Onu sonraya bırakarak Alparslan'a ait bir şeyler bulmayı umdu. Haktan'ın adına tıkladığında ise ona ulaştırılan bilgiler haricinde başka bir şey göremedi. Dosyalara biraz daha göz gezdirirken Nida Atmaca isminin üzerinde duraksadı. Bu ismi tanıyordu. Alparslan'ın eski nişanlısıydı. Dosyasına tıkladığında Nida'nın ölüm raporunun varlığını gördü. Darp sonucu öldüğü yazıyordu. Dilhun daha önce böyle bir belgeye rastlamamıştı. Belli ki babası henüz bunu öğrenmesini istememişti.
"Nasıl ya? Kızın bir hastalıktan öldüğü yazıyor her yerde." Kendi kendine mırıldandığında odanın kapısı çalındı. Dilhun bilgisayarı kapatıp hard diski aldı. "Kızım?"
"Uyanmışsın. Nasıl hissediyorsun?" Annesi omuz silkti. "Sersem gibi."
"İlaçlardan olmalı. Devam etseydin keşke uyumaya." Annesinin odanın içine göz gezdirdiğini gördü. "Her yerde yaşanmışlıklar var Dilhun. Burada nefes alamadığımı hissediyorum ama buradan gidersem onu terk edecekmiş gibiyim."
"Zaman anne... Maalesef bununla başa çıkmak zorundayız. Kendi içimdeki yangını tarif edemiyorum ama acımı yaşamadan önce senin iyi olduğunu bilmem gerekiyor." Neriman hanım kızının yanına gidip ellerini tuttu. "Bu adamlara bulaşma Dilhun. Seni kaybedemem."
"Merak etme bir şey olmayacak bana. Kimseye bulaştığımda yok zaten. Şimdi sen gidip dinlenmene devam et lütfen. Yarın zaten insanlarla uğraşacağımız bir gün olacak."
"Her şeyle tek başına uğraşmanı istemiyorum. Ben iyiyim. Başlarda çok sendeledim ama şimdi ne yapılacaksa beraber yapacağız." Annesinin elinin üzerine iki elinin arasında bırakacak şekilde elini koydu. "Biraz uyumayı deneyelim. Sonrasını sabah düşünürüz."
"Tamam ben odama geçiyorum." Annesi odadan çıkmadan önce saçlarının arasına bir öpücük bırakmıştı. Dilhun eline aldığı hard diskle beraber çalışma odasından çıktı. Kendi odasına geçtiğinde hard diski gardırobunun üst çıkıntısının arkasına koydu. Bu bilgiler babasından ona kaldığını düşündüğü en büyük miras göstergeleriydi. Kendisini banyoda ılık suyun altına bıraktığında tenine çarpan her su damlası ona bıçak darbesi gibi geliyordu. Gerilen kasları yumuşarken ağrısıyla canını yakıyordu. Duştan çıkıp üzerini değiştirdiğinde şiddetlenen baş ağrısını geçirmesini umarak çekmecesinden ağrı kesicisi çıkarıp kendine baş ucundaki cam şişesinden bir ba rdak su doldurdu. İlacı içtikten sonra kendisini yatağının içine bıraktığında tavana diktiği gözlerinden yaşlar boşalmaya başlamıştı.
Dilhun dudağından firar eden hıçkırığının sesinin odasından çıkmaması için elini ağzına siper etti. Kaç dakika yaşadıklarını hazmetmek için ağladı, kaç dakika babasının acısını yaşadı veya kaç dakika babasının yapması ihtimali olanlara ağladı bilmiyordu. Annesinin yanında yaşayamadığı acıyı, dökemediği her göz yaşını gecenin karanlığında yatağına döktü. En son ağlamaktan bitap düşmüş ve uykuya dalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
General FictionHer seçim, bir yıkımdı. Her yıkım, bir vazgeçişti. Uçurumun kenarında yürüyorduk. Ne tarafa düşsek birinin canı yanacaktı. Yanan her can, bir nefretti. Her nefret, sessizlikti. Ve her sessizlik bir çığlıktı. Elimi uzatsam dokunabilirdim. Dokunsam ya...