ALPARSLAN ŞAHİN
Dilhun'un evinden ayrıldıktan sonra Haktan'ın yanına gitmek için yola çıkmıştı Alparslan. Depolarının olduğu sokağa döndüğünde sönmeye yüz tutmuş sokak lambası sadece giriş kapısını aydınlatıyordu. Kapının önünde arabasını park edip, siyah demir kapıdan içeri girdi. Boş, uzun koridorun başında onu bekleyen iki adamına başıyla selam verdi. Koridorun siyah rengi duvarları ışıklandırmanın yaratacağı etkiyi azaltırken karanlığa alışan gözleriyle rahatça yürüyebildi. Dışarıdan tek kat üzerine görünen ama yer altında bir katı daha bulunan binaydı. Dar koridorun ardından şifreli çelik kapının önünde durdu. Gri led ekranın üzerinde ince uzun parmaklarını gezdirdi. 2608 şifreyi girdiğinde kapı kilidi gürültüyle açıldı. Kapıyı açıp, içeri girdiğinde koridorun aksine kemik rengi yalıtım panellerinin çevrili olduğu büyük alana girdi.
Deponun çevresini izledikleri güvenlik kameralarının bağlı olduğu monitörün karşısında ki koltukta oturan Haktan ve Yaser'e doğru yürüdü. Onların hemen sağ tarafında bulunan bilgisayar sisteminin ekranında para piyasasının aktığını gördü. İstemsizce yüzünde bir gülüş peydah oldu. Haktan ve Yaser'in oturdukları alan haricinde geniş alan yan yana dizilmiş üç bilgisayar sistemi, deponun diğer ucunda bulunan mini mutfak ve Haktan'ın otomat makinesinden başka bir şey barındırmıyordu. Alparslan buraya harici durumlar dışında uğramazdı. Genel olarak Haktan'ın bulunmaktan keyif aldığı bir yerdi. "Yayınladınız mı?"
"Hoş geldin patron." Yaser ayağa kalkacakken, Alparslan omuzundan bastırıp kalkmasını engelledi. Kendiside onların yanındaki tekli beyaz koltuğa oturup, bacaklarını ortadaki sehpanın üzerine uzattı. "Senin arabayı görünce yayınladık. Birazdan telefonun çalmaya başlar."
"Bu sırada da parana para katmaya mı çalışıyordun?" Başıyla arkadaki bilgisayarı işaret ettiğinde Haktan yerinde doğruldu. "Küçük meblağlar için parmaklarımı yormayacağımı biliyorsun. Ayrıca bu sefer ben bir şey kazanmıyorum. Birilerine kaybettiriyorum. Baran kriptoda yüklü yatırım yaptı. Doğruda oynadı şerefsiz. El atmam gerekti."
"Güzel, ne kadar az finans kaynakları olursa o kadar çaresiz kalırlar. Çaresizlikleri ise onları bize getirecek. Geldiği yere geri dönmesini sağlayacağız ama beş kuruşu bile olmadan." Alparslan'ın telefonunun sesi konuşmalarını böldüğünde arayanın Fedor olduğunu görünce bekletmeden açtı. "Sizinle böyle anlaşmadık!"
"Doğru söylüyorsun Fedor. Oğlun benim mekanıma adamlarını gönderdi. Kesinlikle böyle anlaşmadık." Fedor sinirle soludu. Oğlunun son bir haftada yaptıkları onu dibe sürüklüyordu. "Onun yaptığının cezasını bana kesemezsin."
"Adil oyun kurmayan insanlar, adalet beklememeli Fedor. Rasim'i bana kendi ellerinle getirirsen sonu kalmış itibarını korumanı sağlarım. Her geçen saniyenin senin aleyhine olduğunu biliyorsun." İstemesede Alparslan'ın doğru söylediğinin farkındaydı Fedor. Yaptıkları işler için ödenen bedeller olurdu. Alparslan, onun adını karalamak adına her yola başvuracaktı. "Onu öldürecek misin?"
"Kahpe davranışı, akşam yemeğimi batırdı ve birkaç kişinin ölümüne sebep oldu. Kan akıtan, devamının geleceğini bilir. Zamanında sizin yazdığınız kurallar değil mi bunlar?"
"Bırak cezasını ben keseyim." Alparslan sıkıntıyla homurdandı. Birileriyle diyalog halinde olmayı sevmiyordu. Bacaklarını uzattığı sehpanın üzerinden çekip, koltukta dikleşti. "Uzatma Fedor. Ya Rasim'i buraya getirirsin ya da az önce kaybettiğin bir milyon doların yanına yenileri eklenir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
General FictionHer seçim, bir yıkımdı. Her yıkım, bir vazgeçişti. Uçurumun kenarında yürüyorduk. Ne tarafa düşsek birinin canı yanacaktı. Yanan her can, bir nefretti. Her nefret, sessizlikti. Ve her sessizlik bir çığlıktı. Elimi uzatsam dokunabilirdim. Dokunsam ya...