Karşılarındaki adama doğru yürümeye başladıklarında Başkan'ın yüz ifadesi artık daha netleşmişti. Asaf Yücesoy ellili yaşlarının ortasındaydı. Yaşını ele veren tek şey ise gümüşe çalan saçlarıydı. Dilhun, karşı karşıya kaldıklarında önce başıyla selamladı. Neriman hanım, Başkan'ın uzattığı elini tuttuğunda bakışlarında donukluk hakimdi. "Hoş geldiniz."
"Bu fasılları geçiştireceğim için üzgünüm ama burada neden bulunduğumuzu sormam gerekiyor." Dilhun, karşısındaki adamı sevmese bile ona karşı saygı sınırlarını koruması gerektiğinin bilincindeydi. Belki başka zaman buna çok dikkat etmezdi ama şu an böyle bir lükse sahip olmadığının farkındaydı. Arabadan indiğinde hastanenin birkaç balkonunda çelik yelekleriyle onları izleyen adamları fark etmişti. Bunun devamının bahçenin köşelerinde duran adamlarla sınırlı olmadığını da biliyordu. "Haklısın. İçeride devam edelim."
Beraber hastanenin arka giriş kapısından içeri girdiklerinde diğer katlara nispeten daha loş ışıklı aydınlatmaya sahip olduğu için Dilhun'un kaşları çatıldı. "Akif bizim için önemli biriydi. Bu hastane için her zaman en iyisini istedi. Aynı masada birçok kez bulunduk ve karşılıklı sohbet etme şansı yakaladık."
"Akif'e ne oldu?" Neriman hanımın sesi titremişti. Üzüntüsü içini kor misali yakarken bir de Başkan'ın varlığı onu geriyordu. "Bütün kayıplar için üzgünüm ama sizin acınızı sizinle paylaşmak istedim."
Buradan sonrası Dilhun için uğultudan ibaretti. Annesinin acı dolu çığlığı, etraftakilerin onlara destek için yanlarına gelmesi ya da Başkan'ın Dilhun'a seslenişi... Hepsi birer uğultudan ibaretti. Annesinin dizlerinin üstüne çöktüğünü gördüğünde ayakta durmakta zorlandığını fark etti. Bir adım geri gelip sırtını duvara yasladı. "Dilhun!"
"Babam..." Başkan, Dilhun'un çenesini tutup yere eğdiği başını kaldırdı. "Babanın cesedini teşhis etmek için içeri girmen gerekiyor. Annen bunu yapabilecek güçte gibi görünmüyor."
"Neden buradasınız?" Dilhun, zihnini toparlamaya çalışıyordu. Babası ölmüştü. Bu adamın burada ne işi vardı? Acınızı sizinle paylaşmak istedim demişti. Dilhun'un bütün düşünceleri sırasıyla onun kendine gelmesini sağlarken Başkan'ın anlamsız bakışlarla ona baktığını gördü. "Her aynı masada yemek yediğiniz insana makamınızdan ayrılacak kadar önem veriyor musunuz? Bir ihmaliniz var ve onu anlayıp, anlamadığıma emin olmak için mi? Bir çıkarınız olduğu için mi? Neden?"
"Sakin ol Dilhun. Sadece baban sevdiğim bir arkadaşımdı." Dilhun'un giderek yükselen ses tonu bu cümlelerle son raddeye erişmişti. "Siz babamın hiçbir şeyi değildiniz! Ona tek getirdiğiniz şey acı ve ölüm oldu. Şimdi babamı görmek istiyorum."
Sırtını yasladığı duvardan ayırıp koridorun sonundaki kapıya göz gezdirdi. Kapının sağındaki duvarda asılı olan MORG yazısı burnunun sızlamasına neden olmuştu. Yere çökmüş ağlayan annesinin önünde dizlerinin üstüne çöktü. Yüzünü tutup, göz yaşlarını sildi. "Şimdi senden birkaç dakika daha güçlü olmanı istiyorum. Eğer şimdi burada seni bırakır ve son kez babamı görmeye gidersem biliyorum ki ileride pişman olacaksın. Onu son kez görmek ister misin?"
"Dilhun, çok zor." Başını yukarı kaldırıp birkaç saniye soluklandı. "Biliyorum. Anne, lütfen." Neriman hanım kızının çaresiz sesine karşılık baş etmeye çalıştığı gerçeği sineye çekmeye çalıştı. Az önce kendini bilinçsizce yere bıraktığından kalkarken dizlerinin acısını hissetti. Kalkıp, Dilhun'un uzattığı elini tuttu. Beraber morgun kapısının önünde durduklarında Dilhun, annesine güç vermek istercesine elini sıktı. Kapıdan içeri girdiklerinde Başkan'da peşlerinden içeri girmişti. Morgdaki görevliye işaret ettiğinde odanın ortasında bulunan sedyenin üstü beyaz örtüyle örtülmüş olan bedenin yüzünü açtı. Dilhun, o ana kadar bulduğu bütün gücü kaybetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERCESTE
General FictionHer seçim, bir yıkımdı. Her yıkım, bir vazgeçişti. Uçurumun kenarında yürüyorduk. Ne tarafa düşsek birinin canı yanacaktı. Yanan her can, bir nefretti. Her nefret, sessizlikti. Ve her sessizlik bir çığlıktı. Elimi uzatsam dokunabilirdim. Dokunsam ya...