İstanbul'un kenar mahallelerinde bir yerdi. Sakin, sessiz, huzur dolu bir yer. Uzunca bir sokak, tek tük evler vardı. Evlerin arasında ağaçlar sıra sıra dikilmiş, boy boy yükseliyordu semaya. Halil o evlerin arasında, küçük, sade bir evde oturuyordu. Önceleri rahat bir düzeni vardı. Arkadaşları ile kalıyordu. Şura'nın gözleri velveleye vermişti yüreğini, hem de düzenini. O günden sonrası bu iki göz odalı evde, yaşam mücadelesi veriyordu, yüreği ile beraber.
Kapısı eski, pas tutmuş bir haldeydi. Açılınca ses çıkartıyor, zile ihtiyaç bile duyulmuyordu. Küçük bir bahçe, bahçenin içinde solmuş çiçekler, ama bir tane taze gülfidanı vardı. Her sabah ilk işi güle bakmak, toprağına su dökmek, pislik varsa onları temizlemekti. İç kapısı biraz bakımlıcaydı ama köşelerinden paslanmaya, yağlanmazsa ses çıkarmaya başlayacaktı neredeyse. Halil'in umurunda bile değildi. İçeri girdiğinde ayakkabısını kaldırdığı birkaç çiftlik ayakkabılığı, sonra hol boyu bir odası, bir mutfağı, banyo ve tuvaleti vardı evin. Kapıdan girdiğinde, sağ tarafında mutfak, sol tarafında banyo ve tuvaleti, az ileride de odası mevcuttu. Eve girer girmez çay koyardı ocağa. Sonrasında odaya çekilir, çayı unuturdu bir müddet. Odasında kanepesi vardı, yatağı da üzerindeydi.
Halil eve gelmiş, çay koymuş, odasında cevap beklemeye başlamıştı. Beklerken ıslanan elbiselerini çıkarmış, eşofmanlarını giymişti. Yatağına uzanmış, dinlenecekti. Tavanda gözleriyle resimle çiziyor, ucu hep o gözlere gidiyordu. Aşk bambaşka bir Halil ortaya çıkarmıştı. Arkadaşları arasından kopmuş, hafta da bir görüşmekteydiler. Telefonla arıyordu sık olmasa da. Hava kararırken telefon sesi ile irkildi Halil. Hayalinden uyandı. Masa üzerinde duran telefona baktı. Arayan İsmail'di.
- Selamun aleykum Halilim, nasılsın Can Kardeşim
- Aleykum selam İsmail Abim. Çok şükür, siz nasılsınız, ne yapıyorsunuz, arkadaşlar nasıl?
- Hamdolsun bizlerde iyiyiz. Sen olmazsan buraların tadı çıkmıyor be Halil. Gel yakınımıza olmaz mı? Bizim evde kalırsın, kırma abini.
Halil düşündü biraz
- Yüz yüze konuşalım mı Abi. Yarın gelirim yanınıza
- Hay hay, çok güzel olur, mutlu olurum Can Kardeşim.
İsmail aynı üniversite de ama Halil'den farklı bir bölüm okumuştu. Halil edebiyat okurken, İsmail ilahiyat okumuştu. İlk görüştükleri yer üniversitenin mescidi olmuştu. İsmail imam, Halil müezzindi. O güzel sesi İsmail'i büyülemişti sanki. Namaz bittikten sonra ilk işi tanışmak olmuş, hemen kaynaşmışlardı. O günden sonra can ciğer kardeştiler. Halil, 'İsmail Abi' derken, İsmail, 'Halilim' derdi. Hâlâ da aynı şekilde seslenirler birbirlerine.
Telefonu kapatmış, uyumak için yatmıştı, ama bir türlü uyku girmiyordu gözüne, Şura cevap verecek miydi? Bilmiyordu. Beklemek çok zordu. Oysa kaç senedir tanıdığı kıza bir türlü açılamamıştı Halil. Okul bittikten sonra Esma'yı görmüş tevafuk deyip yanına gitmişti. Şura'dan bir iz bulabilirim umudu vardı. Esma, Şura'nın arkadaşlarından biriydi. Halil, Şura'ya ulaşmak isteyince telefonu vermişti ilkin, sonrasında da adresini. Telefonundan aramış, ama ulaşamamıştı. Cesaretini toplayıp mektup yazmıştı işte. Şimdi ise bekliyor, başka çaresi de yoktu.
Sabah ezanı daha bir güzel okunuyordu bu sabah. Uyandı huzur dolu bir sabaha. Abdest alıp seccadesinin üstünde ezanın bitmesini bekledi. Namazı huşu içerisinde eda ettikten sonra duasını da el açıp gözyaşları ile etti. Her sabah yaptığı gibi zikrini etti, sonra da Kur'an-ı Kerim okudu. Güneşin doğuşunu seyretti. Dilinde bir cümle, birkaç mısra;
"Ne zaman içimden bir Sen geçse
İstanbul gibi oluyorum!
Fethediyorsun tüm hücrelerimi
Kalbimin surlarını yıkıyor gözlerin
Yüreğimin tahtına oturuyor
Ebediyen hüküm sürüyor gözlerin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzun Bir Hikaye
Teen Fictionİnsan bazen şiir yazmaz Seni seviyorum da demez Şiir yazamaz belki insan Seni özledim de diyemez İnsanın bazen dili tutulur Konuşamaz Kalbi konuşur Susturamaz Şimdi başlarsanız okumaya bir an da bitirirsiniz. Uzun bir hikaye dedik ama siz uzuuuunca...