Cuma Günü

20 2 0
                                    

Mektubu katlayıp zarfa koydu. Kitaplarının arasına yerleştirdi. Sanırım Şura'yı da dinleyecekti. Ayşe teyze, mahallenin en akıllı en eski insanıydı. Sıkıntısı olan herkes ona danışırdı. Şimdi O, Şura'yı dinleyecekti.

Öğle vakti yaklaştıkça, güzel mahallede heyecanda kat kat artıyordu. Bugün Cuma ve her hafta olduğu gibi sohbet olacaktı. Sohbet anlatan Ayşe teyzeydi. O'nu dinlemek huzur veriyordu tüm kadınlara...

Ayşe teyze, bu hafta hiç olmadığı kadar heyecanlıydı. Halil'in mektubunu okumuştu, bu yüzden heyecanlıydı. Saatler bir bir tükendi. Kendi kendine konuşurken heyecanı dilinde belirdi;

- Vakit gelse de konuşsam, anlatsam şu çocuğu. Kimdir neyin nesidir.

'Şura' diye seslendi aşağıdan Suna Hanım. 'Kalk hadi, bugün sohbet var bilmiyor musun?' Şura'nın hiç olmadı kadar uykusu vardı bugün, ama annesini de kıramadı.

- Tamam, tamam. Yeryüzünün en tatlı annesi, kalktım.

Suna Hanım bu cevaptan çok hoşlanırdı, duymak için şeyler yapar, tekrar tekrar seslenirdi kızına. Her defasında da 'Tatlı Annem' cevabını alırdı. Üç kişilerdi evde, ancak bu mahallede huzur bulmuşlardı olanlardan sonra. Samet küçük yaşlarda babasını kaybetmiş, biraz büyüdükten sonra da abisini. Taşınmışlardı arka arkaya üç dört yere, en sonunda burada durmuşlar, huzur bulmuşlardı. Bu yüzden ev hep neşeliydi.

Şura yüzünü yıkadı, kahvaltı sofrasına oturdu.

- Hayırlı sabahlar Annem. Bu sabah çok güzelsiniz.

Yanaklarından tatlı tatlı öptü. Yanına oturdu. Bugün Şura da farklı bir güzellik vardı. Yüzünden gülümseme eksik olmuyor, daima gülüyor, neşe saçıyordu yüzündeki nur ile birlikte.

- Samet nerde Tatlım, kalkmadı mı hâlâ?

- Ayşe teyzeye gidiyor ya kızım her hafta bugün. Unutkanlık mı var sen de yoksa.

- Tamam, tamam Sultanım benim, kızma hemen, birazdan biz de gideriz. Ayşe teyze beklemesin.

Samet her hafta olduğu gibi Ayşe teyze ile kahvaltı yapıyordu. Hem yardım ediyor hem yalnız bırakmıyordu. Sohbet için malzemeleri alıyor, Ayşe teyze de onlarla pasta börek yapıyordu. Her şey hazırdı, sadece cemaatin gelmesi bekleniyordu ve bir de Şura'nın. Dört gözle bekliyordu konuşmayı Şura ile.

Sokaktan sesler yükseliyordu olabildiğince. Kadınlar ve çocuklar hep birlikte koca evin avlusuna girmişlerdi. Büyükçe bir kamelyası vardı evin. Her Cuma orada olurlardı. Herkes bir yer bulup oturdu ve Ayşe teyze bekleniyordu. Şura ve mahallenin diğer genç kızları Hazal, Rukiye, Nâbila ve Fatıma yardım etmek için yukarıya çıkmışlardı. Ayşe teyze Şura'yı görür görmez heyecanlandı birden, sonra toparlandı ve diğer kızlara birer tabak vererek gönderdi. Şura da tam çıkıyordu ki Ayşe teyze seslendi.

- Şura, bekle sen!

Olduğu yerde durdu, arkasını döndü.

- Buyur Ayşe teyzem

- Gel otur kızım yanıma. İki çift laf edelim seninle. Birkaç soru ile başlayayım. Üniversite hayatın ile ilgili. Bana anlatabileceğin biri var mı?

Şura donmuş kalmıştı. Nereden çıktı ki bu yüreğini sızlatan soru. Her gece sabaha kadar hayaliyle konuştuğu, gözyaşı döktüğü, âşık olduğu insanı nasıl anlatacaktı ki Şura. Gözyaşlarına hâkim olamadı, anlatmaya başladı.

- İlk O'nu üniversitenin kapısında gördüm ve orada bakakaldım bir süre. Hep takip ettim arkasından, yanından, sağından, solundan. Hep beraber geçirdim üniversite hayatımı. Aynı bölümde okumamız ne kadar büyük tevafuktu. Ben o zamanlar açık giyiniyordum, tam olarak bilmiyordum dinimizi. O ise tam yaşıyordu, ben bana bakmaz diyor ağlıyordum, ama her konuşmamızda dili tutuluyor, konuşamıyordu. 'Hayâsından böyle yapıyor, âşık değil o bana' diye geçiştiriyordum. Bende gönlü olduğunu bilsem hemen ararım O'nu.

Ayşe teyze gözyaşlarını tutamamıştı. Aşağıdan gelen seslerle irkilmişti. Şura'ya baktı, kendisi gibi ağlıyordu.

- Hadi yüzümüzü yıkayalım, aşağı gidelim sonra devam ederiz

Ellerinde pasta böreklerle kamelyanın kapısından beklenenler girdi. Hep bir ağızdan 'Nerede kaldınız ya hu' demiş, gülmüşlerdi. Sohbet başlamış, kızlar çay dolduruyor, servis yapıyorlardı. Çocuklar bahçede oynuyor, rahatsız etmiyorlardı cemaati. Elinde Aşk'a gönderilmiş Kur'an-ı Kerim vardı. Kapağını kaldırınca bir koku saçılırdı her zaman etrafa. Mis gibi Gül kokardı. Ayşe teyze yıllarını vermişti bu yola. Cemaatin arasında talebeleri de vardı. Küçük, büyük fark etmiyordu. Dudağının arasından çıkan her kelam nurlandırıyordu kalpleri. Kadınlar bu yüzden hep huzurlu ayrılırdı o meclisten. Hep huzurlu yaşarlardı.

Şura bu mahalleye gelene kadar İslam'ı bilmiyor yaşamıyordu. Buraya gelir gelmez kapanmıştı. Hemen arkadaş edinmişti kendisine. Beş altı akranı vardı, aralarından su sızmıyordu. Fakat Şura'nın gönlünü kimse bilmiyordu ancak bugüne kadar. Gözlerinden yaşlar akıyordu Ayşe teyzenin ve Şura'nın. İkisi de kurtulamamıştı o halden, sohbetin bitmesini ya da ara vermek istiyordu. Sohbetin anlatıldığı kitap ıslanmıştı.

Şura dayanamadı çıktı kamelyadan bahçede bulunan havuzda yüzünü yıkadı. Arkadan cemaatte çıkmıştı. Ara verilmişti sohbete, Ayşe teyze merak ediyordu devamını. Şura'nın kolundan tuttuğu gibi yukarı götürdü.

- Anlat hadi, nedir bu kadar büyük aşk.

Şura devam etti kaldığı yerden.

- Dört seneyi O'na âşık olarak geçirdim. Hep yakınlık kurayım, yakın olayım diyordum. Silgi, kelam, mendil ne olursa olsun konuşayım diye bahane üretiyordum. O hiç konuşamıyordu. Hep kekeliyor, bende gülüyordum ama alay ederek değil. Bunları neden anlattırıyorsun bana Ayşe teyzem. Yüreğim paramparça benim!

Ayşe teyze gülümseme vaktinin geldiğini anladı. Yüzünde güller açtı birden. Eli rafta bulunan kitaba uzandı. İçinde 'Halil' kokan mektubu çıkartıp 'Oku' dedi.

Uzun Bir HikayeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin