Kayıp Mektup

35 1 0
                                    

İçeri girmezden evvel gülfidanını kokladı, su döktü, toprağını temizledi ve şefkatle ona baktı. Güle dalıp kalmıştı. Saatler ilerliyordu Halil için, daha hazırlanıp İsmail Abisine gidecekti, unutmuştu. Hemen içeri girdi, duş aldı ve güzel kokular sürerek yola koyuldu. Otobüs durağına kadar yürüyecekti, yürürken Şura aklına geldi. Ders çalıştıkları vakitler, üniversitenin kütüphanesinde utana sıkıla geçirdikleri vakitler. Büyük bir topluluk içerisinde fark edilen bu âşık, utandırılmıştı. Şura da farkındaydı her soru sormasında dili tutulur, bildiklerinin hepsini sanki unuturdu Halil. Şura da eğlenirdi işte, Halil ise mutluluktan havalara uçardı, kalbi o an yerinden çıkacakmış gibi olurdu garibin.

Otobüse binmiş, biraz rahatlamıştı. Kalbi yine öyle atıyordu, öyle atıyordu ki sanki elinden tutmuştu Şura. Tutsa ne olurdu ki, ölürdü her halde Halil. Kendi kendine böyle düşünürken gülüvermişti işte etrafındakilere aldırmadan.

Üniversitenin kantininde çay ısmarladığı gün aklına gelmişti. 'Ne güzeldi o gün ya Rabbi' demiş 'Ah bir daha, bir daha ne olur sanki, yaşasam o günü' diye de eklemişti. Yanında bulunan yaşlı kadın sessizce fısıldadı:

- Ne o evladım, âşık mısın?

Halil bir an kendini toparladı kadına baktı. Elli beş-altmış yaşlarında bir kadın.

- Öyle mi gözüküyorum Teyze, nerden anladınız?

- Yanıma oturduğundan beri aynı noktaya bakıyor ve kendi kendine konuşuyorsun oğlum. Ya âşıksın ya da deli. Deliler otobüse biner mi? Bu da ayrı bir mevzu tabi.

Teyze bir hayli çetin çıkmıştı. Ne diyecekti ki buna şimdi. Kafasını 'doğru söylüyorsun' der gibi salladı ve

- Bir meleği seviyorum ben teyze, bir meleği. Öyle ki beni benden almış, beni bensiz etmişti de haberi yoktu. Şimdilerde ne iz var ne haber. Beni böyle kendine âşık etti gitti.

- Gitmemiştir evlat, Sen'de duruyor ya. Elbet kavuşursunuz günün birinde. Ben amcan ile tanıştığım vakit senden de küçüktüm ah benim yavrum. Saçını yana doğru tarardı. Okulun en yakışıklısı derdim. Kapıdan girince 'Hah işte benimki geldi' der kızların yanından ayrılır koşarak yanına giderdim. Liseyi bitirdikten sonra ben okumadım ama amcan devam etti. Bir sene sonra da beni istemeye geldiler. Ne mutlu olmuştum o gün, ah bir bilsen.

- Yani sizde âşıksınız öyle mi. Ne kadar güzel teyze. Kaç yıldır evlisiniz.

- Ah benim ahmak evladım, evlendiğim günden beri evliyiz işte, kaç senesi mi var? Ne bileyim ben, sen hesapla işte.

- Peki, peki teyze, kızmayın, yaşınızı bilmediğim için sordum. Özür dilerim. Hem bayanların yaşı da sorulmaz.

Halil incelik yaptığını sanmıştı ama teyze hiç öyle düşünmüyordu.

- Ne yani, çok mu yaşlıyım? Tabi ki de sormazsın, baksana yüzüme, kırışmış, sarkmış, şişmiş... He öyle değil mi?

- Aman teyzem öyle demek istemedim...

Derken ineceği yer gelmişti. 'Tekrar görüşmek üzere teyze, İnşallah görüşürüz hoşça kalın.' dedi indi. Sonra pencereden gözyaşları içerisinde bakan kadın, el sallayarak uzaklaştı. Halil de el sallıyordu ama anlam verememişti ağlamasına, acaba amca hayatta değil miydi? Üzülerek gideceği istikamete doğru yol aldı. Aklında yine Şura vardı.

"Gözlerine yazılmış bu kaçıncı şiir Sevgili

Nasıl bir nazar-ı ilahi'dir bu

Yüreğimi kavuran, kemale erdiren

Bakışlarına kurbanım!"

Edebiyat okumayı çok istemesinin sebebi şiire merakıydı. Kendi ifadesiyle azıcık karalıyordu işte.

İsmaillere varmış, zili çalmak için davranmıştı. Ama İsmail kendinden önce davranarak kapı da karşıladı Halilini. Sarıldılar, kucaklaştılar sımsıkı. 'Ne çok özlemişim oğlum seni' diye yumuşak bir tavırla ensesine dokunmuştu. 'Hadi gel içeri.'

- Selamun aleykum kardeşler, nasılsınız ya hu özledik sizleri.

Hep bir ağızdan ayağa kalkarak selamı aldılar. Saygılıydı herkes bu delikanlıya. Yiğitti, mertti, bir de âşıktı. En önemlisi de buydu. Hep gülüşürlerdi karşılıklı.

- Aleykum selam ey âşık, hoş geldin, gelmezsen özlersin tabi ki, Şura'dan başkasını düşünmezsen, gelemezsin buralara da.

Bir kahkaha tufanı kopmuştu odada. Sonra İsmail Abinin sesi duyulunca herkes susmuştu. 'Halilime kimse takılmasın, onu üzeni bende üzerim ona göre' demişti de biraz olsun rahatlamıştı Halil. Uygun bir yere oturmuş, okunan kitaba devam ediliyordu. İsmail kültürlüydü, yaşı da büyüktü hepsinden. Her zaman kendi evinde toplardı can arkadaşlarını. Bugünde öyle olmuştu.

Kitabı dinlerken düşüncelere daldığı gözüküyordu Halil'in. İsmail fark etmiş 'Ne düşünüyorsun bu kadar be kardeş. Zamana bırak her şeyi. O bulsun seni' demişti demesine ama nasıl olacaktı ki bu, bilinmez...

İzmit'te bir mektup,postacının elinde sahibine götürülürken, gül kokuları saçtığı görülüyordu etrafa.Postacı sessiz sakin ilerlerken etrafta bir sessizlik, bir huzur vardı belkide. O, güzel mahallenin güzel kızına yazılmış bir mektuptu işte. Mektupta daböyle yazılıydı. Postacı sakin sakin ilerlerken çantasından dışarı taşanzarfların arasından birkaç mektup yere saçıldı. Kimisi park edilmiş arabalarınaltına, kimisi yerde, çokça bulunan yaprakların altına girdi. Düşen zarflarınarasında Halil'in mektubu da vardı. Öyle bir yere girmişti ki postacınıngözünden kaçtı, almadan yoluna devam etti. Uzaklaştı, uzaklaştı...    

Uzun Bir HikayeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin