Merhaba
Şaka olmalıydı tüm bunlar. Koca bir rüya, uyandığının ilk dakikasında unutacağı türden bir rüya. İnanmak zor geliyordu. Mantığı almıyor, ruhu isyan ediyordu. Doğru muydu gözlerinin gördüğü kişi?
Merhaba Boran
Beş kere gittim ben o seçmelere. Kendim, bile isteye. Her şeyi göze alarak, kendim gittim. Sonuçlarına katlanacaktım hani? Hani her şey güzel olacaktı? Yalan mıydı kendime verdiğim sözlerin hepsi?
Merhaba Boran Bey
Alışıktı o dönem işlerine. Uzak veya yakın geçmiş. Farklı zamanlardaki ruhlara beden olmuştu. Atlatabilirdi o bunu da elbette. Kazanacağı çok şey vardı, kendine katacağı çok şey vardı. Ona yeni kapılar açacak, kişiliğini besleyecekti.
Merhaba Boran Bey, ben
Bir karakter... Leonidas. Genç, akıllı, güce ve itibara sahip General'in oğlu. Neydi o ilk zamanlar... Ufak bir tebessüm şimdi geriye dönüp baktığında yaşadıkları. Yirmi yaşında gencecik bir insan. Oradan oraya savrulan, ona dar veya büyük gelen kalıplara girmeye çalışan Leonidas. Hiç ummadığı anda aşka kapılan, sadece aşkı değil işgal ettiği yerde insanlığın ne olduğunu anlayan ve kendi kişiliğini bulan o aydın genç. Can verebileceği nadir güzellikteki karakterdi o.
Merhaba Boran Bey, ben Leonidas
Neler öğrenmişti ondan? Kendini onun yerine koyduğunda hissetmişti acılarını. Her bölüm senaryosunu okuduğunda etkilenmemiş miydi her bir davranışından? Aynanın karşısında sadece fiziksel benzerliklerini sorgulamamış mıydı günler boyu? Dönemin edebi eserlerini okurken o yüzyılın ahengiyle etkilenmeye çalışmamış mıydı satırlardan? Büyük saygı vardı içinde Leon'a. Hayrandı ona. Olanlarla baş edebilmesine, yalnızlığa olan alışkanlığına ve içinde bir yerlerde, gözlerine yansıyan çocuksu yanına hayrandı. Karakterden fazlasıydı artık onun için..
Merhaba Boran Bey, ben Leonidas Papadopoulos
Ve bir anda gelen o gerçek. Buradayım dedi, vardım ve hala varım dedi. Kanıtladı kendini. İçi titredi Boran'ın önce. Benliğinde bambaşka yere sahip olan Leon, gerçekti. Onunla konuşuyor, restleşiyor, çoğu zaman bilmece gibi konuşuyordu. Dertleştikleri bile olmuştu. Fazlaca delilik hali olmalıydı tüm bunlar. Belki de zihninin acımasız bir oyunuydu bu. Evet evet oyunuydu. Yanılsamalarla dolu. İnanmak isteyişler ve öyleymiş gibi kabul edişler bütünü. Varsayımlardı tüm bunlar. Bir dakika, bu düşünce neden rahatsız ediyordu içini? Neden çöküyordu omuzları? Gözleri neden kırgın bakıyor? İnkar etse de istiyor o da tüm bunları.
''Biliyorum beni beklemediğini. Ama yaşadığımız şu an beklentileri kabul etmiyor, izin vermiyor buna. Kaç aydır yanında sen gibiydim. Alışık olduğun, her gün gördüğün, garipsemediğin ve en önemlisi güvendiğin bir silüettim. Çünkü bunun sana faydası olacaktı. Canlandırdığın Leon'u izlerken bedenini sahiplenmeyi bırakacaktın. Kendini yorumlamayı, en ağır eleştirilerle amansızca yargılamayı kesecektin. En önemlisi Leon'u bir bütün olarak ele alacak ve yaşadıklarını yorumlamaya başlayacaktın. Boran algısı olmadan. Başardın da.
Bu başarının ardından Hilal geldi yanına. Ona da göz aşinalığının olması gerekiyordu, gerekiyor... Senden bir şey istedi. Bir son... İpuçları, değişik yerler, bir takım objeler ve yazılı belgeler. Hepsi bizim varlığımızın fikrine alışman için. Dünya denilen yaşlı bunak alanda bırakabildiğimiz şeyler bunlar. Bırakmaya çalıştığımız izler.
Aklımızın ucundan geçmeyecek bir şey oldu yıllar yıllar sonra. Bir dizi. İzmir'İn işgali... Ve belki de birçok konuda seyir değiştirecek bir yaptık. Sonumuzu başlattık böylece. Şimdi her şeyin ötesinde, tüm bunları sonuca kavuşturmak için karşındayım Boran. ''
Ne olduğunu anlamadan sadece baktı karşısındaki yabancıya Boran. Tanıyamıyordu, oysa acılarını ruhunda hissetmişti onun. Sevdasını anlatmaya çalışmıştı. Kendisiyle benzerlikleri bir elin parmağını geçmeyen bu adamı yakından tanıyabildiğine şaşırıyordu. Yaşıt gibilerdi. Belki biraz daha büyük olabilirdi, otuz- otuz beş yaşlarında. Gözleri dolmak istedi, içinden ağlamak geldi ama mimik dahi yapamadı. Yüzündeki en ufak bir noktayı bile oynatamıyordu.
''Nasıl dayandın? Nasıl baş ettin? Nasıl?''
Soran gözlerle baktı Leonidas ona. Sayıklar gibi yineledi Boran.
''Yalnızlığa nasıl dayandın? Nasıl baş ettin tüm o engellerle? Nasıl kalabildin ayakta? Ne aksan ne kült sahneler. En çok bu zorladı beni. Sendeki o güçlü gibi görünen, dışarıdan hiçbir şey belli etmeyen zırhın. O zırhı takabilmek için, taktıktan sonra üstüme oturtabilmek için ne savaşlar verdim ben, pes etme eşiğinden kaç kez döndüm. Ben bile böyle olmuşken sen, nasıl?''
''Asker olmak Boran. General oğlu olmak, acılı bir annenin ikinci evladı olmak. Sevdiğin kızın her ne derse desin bağrını yakan milletten olmak... Küçükken üzüldüğünde derdini ağaçlara anlatmak da sıkıyor bir yerden sonra. Ağlamak desen kar getirmiyor. Bir duvardı etrafımdaki herkes benim için. Tutunamazdım onlara. Ve çaresizlik o kadar büyük bir zehir ki. Bir baktım içimdeki fırtınaya rağmen sonsuz sükunet içinde dilim. Gözlerim haykırmak isterken tüm duyguları, donuklar. Bilerek veya isteyerek değil Boran. Bir gün geldi ve ben hissizleştim. Durgunlaştım, gizlendim.''
Histerik bir kahkaha attı Boran. Geldiğini sonradan fark ettiği kahveden içti.
''Kandırmayalım birbirimizi. Sen hiçbir zaman gerçek bir asker olmadın Leon. Sen babanın baskısı altında askercilik oynadın hep. Tuttuğun silahın oyuncak olmadığını fark etmeden. Bir yeri işgal etmenin misafirliğe veya eğlenceli bir buluşmaya benzemediğini bilmeden. Çıkan kurşunun sadece minik bir acı vermeyip koca bir hayatı bitireceğinden habersizce. ''Yarın bambaşka bir Smyrna'ya uyanacağız.'' oradaki coşkunu, egonu ve ses tonunu hatırla. İnsanlar önündeki duruşunu. Sen böyle değildin başta. Yavaşça nüksetti gerçekler. Babanın hırsı ve annenin o dinmeyen acısı. Onlara karşı koyduğun her an aldığın tepkilerle anladın gerçekleri ve gerçekte ne istediğini. Ve o gururlu konuşmayı yaptığın günki yalnızlığından daha yalnız olduğunu anladın. Aşık olduğun insanın bağrını yakan milletten olmak mı? Oysa sen İzmir'de kendini arıyordun Leon. Savruluşunu bitirmek istiyordun. Kendini anlamak için vahşetin içine düşmen gerekiyordu sadece. Ve ikimizde biliyoruz ki seni sen diye kabul edecek en güzel limandı Hilal. Kalıplardan kurtul. Dışımızın benzememesi içimizden geçenlerin aynı olmadığını göstermez.''
Yavaşça kalktı masadan. Etrafına bakındı. Yine o kaybolacak olan insanlar. Hepsine teker teker baktı bu sefer. İnceledi yüzlerini. Hepsi daha önce gittiği yerlerde ona yardımcı olan insanlardı. Ne bekliyordum ki diye düşündü. Gitmeye yeltendiğinde Leon durdurdu onu. Eline eski bir defter verdi. Bıkkın ve soran gözlerle baktı ona.
''Bulduğun her şeyin, ait oldukları yerleri öğrenme zamanın geldi. İşte defter. Her şeyi yerli yerine oturttuğun zaman bu macera bitecek, merak etme. Ve içinde oluşan öfkeyi at zira o öfke değil.''
Hızla ayrıldı kafeden. İçinde anlamsız bir sinir vardı. Kızgındı ama neye kızdığını bile bilmiyordu. Yapacak mıydı bunu? O defteri açıp istenileni yapacak mıydı yoksa aklından geçen vazgeçme fikrine uyup hiç yaşanmamış mı sayacaktı?
Biliyorum, uzun zamandır yokum. Ancak hastalık, dersler ve şahsi sıkıntılarım üçgeninde bir bölüm yazmak istemedim. Çünkü alelacele olacaktı. İçime sinmeyecekti. Beni affedin olur mu? Buralarda yokken 7 bin okunmayı geçmişiz hatta 8 bine doğru gidiyoruz. Okuyan, yorum yapan, beğenen beğenmeyen herkese çok teşekkür ederim.
Söylemek istediğim bir şey var. Yavaş yavaş sona yaklaşıyoruz. Fark etmişsinizdir. Kaç bölüm sonra olur veya şu bölüm kesin final diyemem ama geliyor diyebilirim.
Sizin yorumlarınızı bekliyorum. Merak ettiğim şeyler var. Siz bu kitap hakkında neler hayal ettiniz ( bu bölüm için) ? Neler hissediyorsunuz okurken? Lütfen bana yazın.
Sizi özledim ve beklettiğim için tekrardan özür dilerim. Hepinize şimdiden çok teşekkürler.