CESARET

351 40 10
                                    


Satır arası yorum bırakmayı unutmayın.Hepinize iyi okumalar...

''Hayatta hiç doğruları, yaşanmışlıkları ve olması gerekenleri sorgulamamış gibiydiler. Hiç akıp giden zamanda kayboluyormuş gibi hissetmemiş, camdan karanfili sarmalayacağım diye paramparça etmemiş gibi.

Sahi, neydi onlara göre olması gereken? Zamanı salise salise planlayabiliyorlar mıydı? Her şeyi o kara kaplı, tarihlerle ayrılmış ve bir zamanlar hür bir ağaç olan sayfalarda yazan kurşun izine körü körüne uymak mıydı yaşamak? Günü yirmidört saat kabul etmezsem ne olacak? Yıl üçyüzaltmışbeş değil de yüz gün olsa veya daha fazla. Zaman kavramını yeniden yazsam ya da onu daha da uzatsam?

Kendime, etrafıma yeniden anlamlar versem kendi dünyamda. O zaman ne olacak? Şu ölümlü yeryüzünde ulaşacak mıyım refaha? Haksız çıkacaklar mı insanımsı robotlar? Yanılacak mıyım yoksa haklı çıkmanın verdiği gurur mu peydah olacak dudaklarıma?

Sorular çok, sorular uzar... Ama ben tam şu anda koca bir DUR! diyorum benim isteğim, kabulüm dışındaki tüm sistemlere, kurallara ve amaçlara. Ben hayatı anlamlı kılıyorum bu dakikadan sonra. Geçmişle geleceği birbirine katıyor belki de anı unutuyorum. Geleceğe o kadar umut dolu bakıyorum ki anı ve en önemlisi geçmişi unutuyorum.

Doğan güneşe sabahı belirtmesinden daha farklı bir anlam veriyorum ben bugün. Ay gece olduğu için orada değil artık. Dünya o aksaksız düzen içinde bilmeden dönmüyor bundan sonra.

Diyorum ya, anla işte beni. Bu birazda bir şeyler okurken dalıp gitmek gibi. Gözlerinin okuduğunu kalbinde hissetmek, ruhunda canlandırmak gibi. Sıfırdan başlıyorum ben bu noktada. Her şey bomboş artık. Doldurulmayı bekleyen sonsuz boşluk var...''

Okuduğu kitabın son cümlesiyle sindiği koltukta hafifçe gerindi. Birkaç gündür sadece ne yapması gerektiği hakkında düşünüyordu.Bir şeye başlamak ve sonunu getirmek gerekirdi değil mi?

İlk defa o cesareti bulamıyordu kendine. İçinde bir yerlerde, onu durmadan kemiren merak duygusu elbette oradaydı. Fakat bir garip huzursuzluk, göğsünde bir ağırlık durumu hakimdi o geceden beri.

Uzun süredir aklında olanı yapmak üzere aynanın karşısına geçti. Bir süre kendini inceledi. Yazın uzattığı saçlarını hatırladı, şimdi bu düz-dalgalı arası saçlarıyla alakası bile yoktu. Yüzünü inceledi, bu ince bıyıklar onun gerçek tarzı değildi. Şu an tamamen kısa saçlarıyla, bıyıklarıyla Leon için hazır bulunuyordu.

Leon için... Leon olmaksızın, kendini o özelliklerle görmemeyi deneyerek baktı yansımasına. En sonunda eskilerden ama gerçek onu yansıtan fotoğrafını astı aynaya. İşte şimdi tamamen kendisiyle karşı karşıyaydı.

''Neden bu buhran hali? Bu içimdeki kasvetli sıkıntı ve boğuşu? Eksiklik duyma ve kaçma isteği. Neden ikisi bir arada şu anda?''

Cevabını aslında biliyordu o da. Hem de çok iyi biliyordu. Onun karakterleri en iyi şekilde, en doğal haliyle çıkarmasını sağlayan o durum. Benimseme, özelleştirme veya özümseme.

Ruhundan bir parça feda ederek, o karaktere kendinde yer edinerek bir hikaye anlatıyordu Boran karşısındakine. Son ezberi yaptığı anda, ufak bir çalışmada, kamera kayda girdiğinde ve perde açıldığında. Adına Boran diyemeyeceğimiz beden bambaşka ruhlara sahip oluyordu.

Leon'u da benimsemişti. Acılarını mümküm mertebe anlamaya çalışmış, onunla beraber atlatmıştı her bir zorluğu bölümler boyu. Aşkı ilk tattığında, o da mimikleriyle destek vermeye çalışmıştı içindeki o heyecanlı ruha. Umutla geleceğe bakmaya çalışırken, sesini hem kararlı hem de yumuşak tutmaya çalışmıştı yakalanacakmış gibi korkarcasına.

Bundandı tüm kaçması, korkusu ve içindeki o anlamsız ikilemler boğumu. Boran ruhunda çoktan Leon'u kalıcı kılmıştı. Şimdi ise gerçek olduğunu söyleyen soyut bir kavram. İnanmakla inanmamak arasındaki o ince çizgi. Geldi ve tüm tabuları yıkılıyor şimdi zihninde.

Okuduğu satırlar geldi aklına. O da zamanını farklı kılmak istemiyor muydu kendince? Geçmişle geleceği birleştirmekti onun yaptığı da. Ama bu deftere bakarsa, okursa içindekileri... Gerçekliğe şahit olacaktı.

O Leon değildi ama bu Leon'a dokunabilmenin, onu anlayabilmenin bir yolu olabilirdi. Yüzünde oluşan gülümsemeyle baktı fotoğrafına. Ufak bir selam çaktı karşısındaki Boran'a. Yavaşça salonun ortasındaki küçük cam masaya ilerledi. Üç gündür öylece duran eskimiş deftere baktı bir süre.

Eline aldığında yüzeyini hissetti önce parmak uçlarında. Bordo kapaklı defterin ilk alındığında, kullanılırken nasıl göründüğünü hayal etti. Hilal'in heyecan ve hızla bir şeyler yazdığını. Leon'un yavaşça ve sakin bir tavırla okuyuşunu yazıları. Bu kadar sade bir eylemden bile mutluluk duyacaklarını biliyordu. O mutluluğun yarattığı hissiyatı, etkiyi hissetti bir an vücudunda.

Büyük bir dikkatle çevirdi sayfayı. Eski ve sararmış defterin sağ üstünde iki farklı tarih. Biri Rumi biri ise Miladi.

24 Eylül 1920. Altta Osmanlıca ve Yunanca iki cümle. Birilerine soracağını not ederek diğer sayfaya geçiyor. İkiye katlanmış ufak bir not çıkıyor karşısına.

''Çektiğin onca acının yara izi bıraktığı omuzlarından, yıllardır döktüğün gözyaşlarının aktığı gözpınarlarından, her zorluğa karşı yumruk yaparak direndiğin o minik ellerinden ve tüm imkansızlıklara rağmen beni seven kalbinden öpüyorum sevgilim. Doğum günün kutlu olsun. Yeniden...

Leonidas... 9 Eylül 1922 ''

Yüzünde silemediği bir gülümseme oluştu Boran'ın. Onlar çok güzel aşıklardı. Hatta güzellik sıfatı yerine geçebilecek tüm kelimelerden daha da fazlasıydılar.

Sayfaya tekrar baktığında daha anlaşılabilir bir yazıyla karşılaştı. Yer yer düzensizleşen, eğikleşen veya çizgiden taşan. Ufak bir kıkırtı yankılandı salonda.

''Biz öyle bir zamanda yaşadık ki. Gençliğin baharında, zalimliğin pençesinde bulduk kendimizi. Teğmen veya sıradan vatandaş olmak fark etmiyordu da üstelik. Herkesi yıkıp geçiyordu bu kasırga. Karşı koyabildiğin kadar yıpranıyor, eksiliyor, yaralanıyordun. Düşmana yara açmak ise rahatlatmıyordu içini çünkü insandın. Durum ne kadar vahim olursa olsun ''vicdan''ın vardı.

Ben o vicdanın en temizini, en masumunu düşman üniforması içinde buldum. O ise vatanı için gözü kör olmuş bir kız da. Bir savaştı yaşadığımız. Ailemizi aldı bizden, sevdiklerimizi, tanımadığımız binlerce canı. Onca işkenceyi, zalimliği, kötülüğü yaşattı savaş ama bir tek aşkın önüne geçemedi.

Ve şimdi, savaşın yenildiği tek duygunun eserini yazıyorum buraya. İlmek ilmek unutmamak adına yazıyorum.

Ben Hilal. Adını al yıldızlı bayrağının hilalinden alan, babası Selanik'te vatanı uğruna canını vermiş Miralay Cevdet kızı vatanperver Hilal.

Savaşın tam ortasında, ölümle kalım arasında o ince çizgide, boynuma kalın urganı geçirdiğim anda hayatımı tamamiyle değiştirecek bir şey yaptım.

Ben aşık oldum.''

Herkese merhaba! Sınavlardan bıkan bir tek ben miyim canlar? Sizi özledim. Kitap okumayı, yazı yazmayı özledim.Daha uzun yazmak istiyordum ama Word'den yazarken bu kadar kısa olabileceği aklıma gelmemişti. Oysaki 3 sayfa sürmüştü... Bu bölüm diğerlerine göre kısa olduğu için özür dilerim. Diğer bölümlerin normal Deuhte uzunluğunda olacağına emin olabilirsiniz. Lütfen  yorumlarınızı bırakmayı ve  her anlamda yorgun olan yazarınızı mutlu etmeyi  unutmayın olur mu?

Hadi, konuşun benimle, iletişime geçin. Sizi bekliyor olacağım!

Sevgilerimle...

DERUHTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin